Sahi Nilgün Marmara için mi bunlar?

Vatan Kitap eki'nin 30 Ekim 2010 tarihli sayısında 30 ve 32. sayfalarda (31'de reklam var) bir başlık göze çarpıyor. "Eşimin günlüklerini istiyorum, buna gasp denir"... Başlıktan önce de Nilgün Marmara'nın fotoğrafları, aynı sayfada eşinin fotoğrafı filan... (kitap ekinin taranmış sayfaları ektedir bu arada)

Buket Aşçı'nın (vatan kitap ekinin editörü aynı zamanda) haber yazısından (evet, bu bir haber yazısıdır) anlıyoruz ki, Everest Yayıncılık, Nilgün Marmara'nın Telos Yayıncılık'ın 1. Basımını 2002'de yaptığı Daktiloya Çekilmiş Şiirler'inin 5. baskısının (Everest, 2010) ve yine Marmara'nın Sylvia Plath'ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi'nin basımının ardından [kitaplaştırılmış doktora çalışması (Everest, 1. Basım 2006, 2. Basım 2007)], yine Telos Yayıncılık'ın 1993 yılında bastığı Kırmızı Kahverengi Defter'i tekrar basmak istiyor ama basamıyor ya da haliyle basmak istemiyor. Çünkü günlüklerin orijinalinin Telos'tan çıkan kitabın editörü ve Nilgün Marmara'nın arkadaşı olan Gülseli İnal'da olduğu düşünülüyor, ondan geri isteniyor; İnal ise "bende olanları teslim ettim başka bir şey yok bende" gibi sözler söylüyor filan. Everest'in nasıl bir kaygıya düştüğü ya da ortadaki gerçek meselenin ne olduğunu anlamak güç. Ama yine Buket Aşçı'nın "Yıllar sonra onun günlükleriyle ilgili olarak Everest Yayıncılık tarafından arandığımda sadece görev nedeniyle değil bu genç kadını (benim notum: Nilgün Marmara yani) merak eden bir okuru olarak da harekete geçtim." sözlerinden konunun Vatan Kitap'a düşüşünün (haber oluşunun yani) Everest Yayıncılık aracılığıyla olduğunu anlıyoruz.

Beni ilgilendiren bunların hiçbirisi değil. Daktiloya Çekilmiş Şiirler'in, daha Telos bile basmamışken (2002'den çook önce yani) Nilgün Marmara'nın zaman zaman şiirlerini de yayınladığı Şiir Atı dergisinin yayıncılık ayağı tarafından 1988'de hazırladığı kitabın fotokopi kopyasını okumuştum. (Çünkü kitap yoktu ortada artık) Hâlâ da bende mevcut olan budur. (1990 ya da 1991'di aldığım tarih)... Belki de Nilgün Marmara'ya en çok yakışan kopya da peşine düşen okurların yoğun olduğu o dönemin bu kitabıdır.

dış kapak ön-arka

künye sayfaları

Bu ayrı bir anektod olsun...
Bu arada tabii Vatan Kitap, Nilgün Marmara'nın eşi Kağan Önal'a sorular soruyor. İşte bu noktada daha ilginç bilgiler ve yanıtlar da peş peşe gelmeye başlıyor. İçimizde birazcık öfke, birazcık sitem, birazcık acı birikiyorsa da bu nedenlerle birikiyor.

"Nilgün'ün şiir yazdığını bile bilmezdim. Bir kenarda pıtır pıtır bir şeyler yazardı." diyor Kağan Önal.

"Çünkü intiharının sebebi belliydi; manik depresifti Nilgün..." diyor.

Yukarıdaki sözleri de sarfediyor. Okumadım günlükleri, ne yazıyor bilmiyorum, keşke zamanında vermeseydik... gibi gibi.. şeyler de söylüyor. Can sıkıcı bu şeylerin hepsi ekli dosyalarda...
...........
...........
Neden böyle? Nilgün Marmara 1987 yılında kendi evinin penceresinden atlayarak intihar etti. Evliydi. Bunun çok yaygın bir bilgi olduğunu da sanmıyorum okurlar arasında. Neden şimdi 23 yıl sonra böyle çiğ bir "haber" yapılıyor. Eşi bunları nasıl ve ne niyetle söyleyebiliyor. "Enis Batur YKY genel müdürü iken "Nilgün'ün yayın haklarını neden bize vermiyorsunuz" dediğinde "tamam" dediğini, çünkü YKY'nin "prestijli bir yayınevi" olmasını vurguluyor.

"Çünkü intiharının sebebi belliydi; manik depresifti Nilgün..." ne demek... İnsanlar, manik depresif oldukları için intihar etmezler. Ondan önce insanları "manik depresif" yapan nedenler vardır. Bir eş, eşinin pıtır pıtır ne yazdığını, "şiir" yazdığını bilmeyen, basıldığında bile günlüklerini okumamış bir eş neden "gasp"tan söz ediyor? Neden "hastaydı" zaten "bu işler"i bırakmalıydı diyor? Bir insanın, yakınındaki başka bir insanın intiharına bu derece tanık olması çok zor olmalı, belki yaşanmadan bilenemeyecek bir şey bu. Aynı zamanda, yaşamak için "ona tutunmak" yerine, "ölmek için" (tutuyorsa şayet) "onun elini bırakmış" olması da bu tanık için çok ağır olmalı... Böyle bir durumda insanın etine batacak kadar sessizliğe gömülmesi anlaşılabilir. Sessizlik olası bilinmeyebilecek "gürültüler"i bastırıyorken, bu beyanları anlamakta güçlük çekiyorum. Ve bunun neyle ilgisi olduğunu çözemiyorum.

Bu tuhaf bir kader ya da "hayatın cilveleri"nden başka bir şey olmalı. Tıpkı Sylvia Plath'ın ardından Ted Hughes'ün bir şey diyemediği/diyemeyeceği gibi (ikinci eşinin kaderi de intihara yazgılıyken hem de); İbrahim Gülistan'ın (kaza olup olmadığı asla netleştirilmemiş) Furuğ Ferruhzad'ın ölümünün ardından bir şey demediği/diyemediği gibi, Rodin de şunu diyemezdi: "Camille 30 yıl akıl hastenesinde kaldı, çünkü deliydi." Çünkü insanlar manik depresif oldukları için intihar etmedikleri gibi durduk yerde delirmezler... İhsan Bilgin de Deniz Bilgin'in ardından bir şey diyemedi. Fridanın hayatı da buraya dahildir... Diago Rivera'yı da hatırlayalım mı? Bunlar hem düşündürücü hem anlaşılabilir belki de...

Ama yukarıdakileri anlamak güç. Tüm bunların gerçekte Nilgün Marmara'yı düşünmekle ne ilgisi olabilir? Kaldı ki Telos Yayıncılık 1993'te bastığı günlüğün girişine bir "yayınlayanın notu" sayfası eklemişti.

Zaten konulmamış kısımlar olduğu söyleniyor.. Everest de öyle bassın ,basmasın bize ne... Bu başka bir şeyin kavgası... Bu yol, bu yöntem ne ki? Birilerini zora düşürüp, afişe etmek, iş çıkarmak için, Nilgün Marmara'nın bu denli "heba" edilmesi yazık değil mi?

Üstelik biz, henüz yaşıyor olduğumuz için, onlardan, ne türlü olursa olsun, ölenlerden daha şanslı ya da daha akıllı filan değiliz. Hayatta kalarak bir zafer kazanmadığımız gibi, onlar da ölerek yenik filan düşmüş olamazlar. Bunlar işte, tam da "hastalıklı" olan bakışlar... Bırakalım bu ölüm/yaşam mavalını... hepsi bir, hepsi aynı...

Hadi bakalım... vatan kitap mı kazanacak, everest yayıncılık mı, gasp mı var yok mu; hak, sahiplerini gidip bulacak mı? devam edin... Nilgün Marmara'yı karıştırmadan ama...

Şöyle diyor Daktiloya Çekilmiş Şiirler'in 104. sayfasında Nilgün Marmara (Şiir Atı Yayıncılık, 1988):

Dirim çürüyor yanıbaşınızda!
Dağılıyor kokusu ölümün,
.........................bu bezgin şafaktan.
Sırt dönüşler, yalanlar, aşağılamalarla
.........................daha da ıralıyor canı
.........................varoluş sevincinin.

Ölümse bilir nasıl çakacağını
.........................-elden ve ayaktan-
Kendi kararı ve sonsuzluğuyla
.........................yakın kılar artık,
.........................cansız olmayı!

Şubat, 82

Ekler: Vatan kitap eki s. 30, s. 32

EkBoyut
nmarmara_vatankitap.jpg 2.69 MB
nmarmara_vatankitap 3.jpg 2.82 MB

Yorumlar

röportaj ekleri gitmiş

merhaba. kitap ekindeki kağan önal röportajı linkleri çalışmıyor. acaba azizyilmaz@riseup.net adresine gönderebilir misiniz zahmet olmazsa? uygun bi adrese yükleyip ekşi sözlükte paylaşmayı da düşünüyorum. teşekkür ederim şimdiden.

linkler

Evet, haklısınız. Maalesef aradan geçen zamanda bir bilgisayar kaybı yaşadığım için hazırda size gönderebileceğim bir şey yok.
İyi günler dilerim.

Email adresinizi yazar

Email adresinizi yazar mısınız bana, PDF olarak gönderebilirim...

İyi günler

çok sevgili yazar, ne güzel

çok sevgili yazar,
ne güzel blog bu, ne kadar iç ferahlatan notlar, yazılar okudum. varolun.

nilgün marmara özelinden başlayıp diğer kadın şair ve sanatçılara süren
örneklemenize katılmıyorum. erkek egemen bir dünya ve dil tüm kadınların
yaşamını, üretimlerini güçleştiriyor, kabul etmemek ne mümkün.. yine de,
bir kadını tümüyle ezen, silen, yokeden yalnızca bir eş/sevgili olabilir mi..
bir insanın intiharını en yakınındakine yüklemek biraz kolaycılık değil mi?

yanlış ifade edebiliyor/eder bazen insan kendisini, ama derinlerdeki dile getirilemez
acıyla, kimseler onu suçlamasa da kendini bir taş yutmuşçasına ağrılı hissetmesinin
bedelini bir başına öder kişi. bazen geride kalan da en az ölen kadar gömülmüştür.

sürç ü lisan etmesi bundandır belki..

selamla.

Kutlarım.

Size katılıyorum. Ve bu yorumunuz için kutluyorum

Teşekkür ederim sözleriniz

Teşekkür ederim sözleriniz için.. Öyle görülüyorsa ne âlâ benim için de...

Örneklendirme bölümü için, sanırım bir yanlış anlaşılma olmuş ya da ben daha net ifade edebilirmişim belki.

Benim o kısımdan kastım sadece şuydu: Elbette bir insanın intiharından her şeyden önce kendisi sorumludur. Yakınları ya da çevresi de katalizör etkisi görmüş olabilir. Ama benim demek istediğim daha çok, her şey olup bittikten sonra, yani aslında hayat ölüp gittikten sonra, belki bir tür vicdan zelzelesiyle, geriye doğru yapıştırılan yaftalar... ki bunlar işte en çok bu yakınların ağızlarından çıkan sözlerle anonimleşmişlerdir...

Yoksa, dediğiniz gibi, velev ki dünya öyleydi, diyelim hâlâ da öyle... bu durum doğrudan bir intihara çıkan tek yol değil, olmamalı da...

Teşekkür ederim katkınız için...

kirmizi kahverengi defter

Sevgili yazar,
Aylardır Kirmizi Kahverengi Defter adlı kitabi ariyorum ve bir turlu hic bir yerden temin edemedim. E-kitap olarak indirmeyi denedim indiremedim. Son olarak buradan yazayim belki biri gorur ve bana ulasir diye dusundum. Kirmizi Kahverengi Defteri temin edebilecegim bir yer var mi? Eger yoksa kitabi emanet olarak bile olsa okumak icin bana verebilecek bir arkadas bulabilir miyiz?

https://www.facebook.com/akas

https://www.facebook.com/akasyatelasi

Buraya da yollayabilirsiniz mesaj göndererek email adresinizi

İyi günler

Yorum izleme seçenekleri

Yorumların gösteriminde tercih ettiğiniz şekli seçerek değişiklikleri etkinleştirmek için "Ayarları kaydet"i tıklayınız.

Yeni yorum gönder

Back to top