Akasya Telaşı Hakkında Yazılanlar 2: Asuman Susam

                                                                                                              

                                                                                              AKASYA TELAŞI -  Asuman Susam

 

Göğe yükselsek, göğün en parlak yıldızına ilişsekve seyretsek alemi... İçimiz hüzünle dolar taşar. Seyretse alem bizi buruşur yüzü yalnızlığımızın kederinden. Keder vazodaki bordo güller...

Hüzün ve keder... Derya Önder şiirinin başat duyguları. Yüzü toprağa, ölüme dönük, teslimiyetçi bir duygu  hali değildir elbette ve ne iyi ki  böyledir. Akasya'nın telaşından içeri girdiniz mi,  kalbin ve hayatın telaşlarına açık, hevesli; bin kez aynı acılardan geçse de tövbe etmeye tövbeli, gücünü kırılganlığından alan, kalbini aklına kurban vermemiş, aklın bencilliğini, soğuk yüzünü, temkinli içten pazarlıklı halini üzerine hiç giyinmemiş bir özne karşılar sizi. Geçtiği zemheri ayazlarına, zifiri karanlıklara rağmen umutvar bir öznedir bu.  yazgelecek/sonsuz gürültüsü dinecek kalplerin//acımasız bir kışın ardından/gülümseyeceksokağa çıkan çocuk

 Akasyanın yapraklarına değince  rüzgar, akasyada bir telaş bir telaş... kederden, karanlıktan beslenir beslenmesine de yüzü yaşama dönüktür, yaşama telaşına, heyecanına. Hani çıkmadık canın yaşama inadına dönüşmüştür bu şiirler. Madem öldürmedi bizi keder, yaşamalı öyleyse! Ama bu yaşamak hali öyle ezber edilen bir yerden değildir.  Sorular bellidir çoktan da yaşama yanıt olabilme yürekliliğine sahip olanlar çağrılıdır ağacın gölgesine: sorulmuş soruları sormayın artık/bir cevap gibi yaşayın hayatınızı'

 Pathos'u yüksek bir şiirdir bu. Yer yer iç dünyayla dış dünya arasındaki mesafenin sıfır noktasına kaydığı, öznenin duygu tarafından ele geçirildiği bölümlere rastlanır. Romantik çağların elejileri gibi. Neyse ki şair bıçak sırtı bir noktadan yüzünü trajik olandan yana çevirir. Zaman zaman patetik olandan yana bozulmuyor değildir ya denge; bunu sezgisel olarak hisseden şair, incelikli müdahaleleri ve dönüşleriyle şiirini serinletsin diye imdat dizeleri atar şiirine. Bu sayede şiir meydan okuyarak hayata doğru yürür; geçtiği yolların diyetini yollar geçilirken ödemiştir çoktan. Yolun başındaki korku, tedirginlik ve tereddüt yerini buruk, acılı birbilme cesaretine dönüştürmüştür.  Bu yüzden kollarını açıp bir sözcük gibi dikilmek ister şiirin tarlasına!

 sen aşkı ne zannederdin kim bilir/boğulurken bir çocuk su kuyusunda//genzinde harflerin hırıltısı

Bu kitaptaki şiirlerin ana izleği aşktır. Aşk temelli çeşitlemeler, şiirin temalarını oluşturmuştur. Aşk acısıdır; yalnızlıktır, yabanlıktır, anlaşamama, anlaşılamama halidir; geçmiştir, yüzleşmedir, kayıplardır, eksilmelerdir, kadınlık halleridir, insanlık halleridir şairin dillendirdikleri. Aslında hayatabakmanın bir aracıdır aşk. Bilinen en derin ve en kuvvetli duygunun getirdikleri üzerinden bakar hayata ve hayata dair her şeye. Aşkın içinden aşkın alfabesiyle okur gördüklerini. Hayatın eşiğinden atlayıp onun sert rüzgarlarına tutunabilmesi için  bir gerekliliktir aşk.  Zaten de aşktan değil sevilen'dendir şikâyet. Gördüğü gibi görülememiş olmak, baktığı gibi bakılmamış olmak, anladığı gibi anlaşılamamış olmak. Eksik ve ötelenmiş bırakılmak.  aşkda böyle dedi mor Mihail/aşkı biz /toprağa gömeriz boy atsın diye//bir dağ cevap verdi içimde:/öteki sustu.

 atıyorum bak havaya/kimin önüne düşerse/kafası kopmuş ispinoz/odur yaşamda kazanan//

sazlığını özleyen ney gibi/özlemek bilmez insan/tut hadi tuuut

" Eğer birey diyor Jung, kendi gölgesiyle hesaplaşmayı öğrenirse, dünya için gerçek bir şey yapmış olur. Günümüzün devasa, çözülmemiş toplumsal sorunlarının hiç olmazsa minicik bir parçasını sırtlanmayı başarmıştır."  özne böylelikle. Akasya'nın serin rüzgârdaki telaşlı uğultusu yüzleşme, gölgelerle hesaplaşma tedirginliğinin gerilimini de artırır aslında. Kımıl kımıl bir hayat, toprak altında fokurdayan bir libidonun göğe uysal buğurları yükselir şiir olarak. Alttan alta okunan şiddet- ki bu hayatın, sokağın, aşkın, anlaşılamamanın şiddetidir- bu şiirlerde öznenin süper egosunun denetimiyle uysallaştırılıp öyle süzülürler aramıza. Bu uysallık  ‘evcileşme'nin uysallığı değildir. Bu uysallık bilginin bilgelikte erime çabasının uysallığıdır.

 bense yeni bir günah tasarlıyordum/şeytan gezdiriyordum dudaklarımda/nasılsa kutsallığı yitmiş bir mabed bu beden/nasılsa bu aşkta yanmayacak kadar semenderim ben "Kötülükle olan derin ilişkimi inkar edersem, kendi gerçekliğimi de inkar etmiş olurum."[1]İşte Derya Önder şiirinin ulaşmaya çalıştığı hedef , kendi kendinin yargıcı ve celladı olduğu,  içine bakabilme cesaretini gösterdiği yerden , saf insanlık halinden bir şiir kurmaya çalışmaktır.

 kalbinden kan damlayan her şeye hayrandım/yaşamak demekti bu

Bu şiirlerde hayat- ölüm karşıtlığı iç içe geçmiş, salınımlarla birbirlerinin kucağına gidip gelirler. Şiirler,  bu gerilimde hayat bulur. Daha önce de değinildiği gibi Patetik  olanla trajik olanın bazen usul dip dalgalarla bazen kan revan akışlarla yer değiştirmesi şiirlerin gerilim noktasını oluşturur. Her şiirde aynı güçte olmasa da romantik söyleyiş özellileriyle gerçekçi yaşam sahnelerinin salınımı da  benzer etki yapar bu şiirlerde.

 yokkuşağıyız dünyanın/asılıyoruz hayata yumuşak yerlerinden

İç görüsüyle, sezgi gücüyle, sevme inadı ve duyarlığıyla, uzak görülüğünün gücüyle acısına sahip çıkan, yarasına bakan bir özne vardır bu şiirlerde. Cesur bir özne... Bu cesaret sayesinde de iyileştirir bu özne kendini. Gördüklerine dayanabilme gücü, bütün kırılganlığına rağmen özneyi güçlü bir kadına dönüştürür. Bilir ki içinde ölmesi gerekenlere izin vermezse bir daha yaşamdan yana şansı olamayacaktır. Bilgelik ölmesi gerekene ölmesi için, gitmesi gerekene gitmesi için izin vermektir. Bilmenin gücüyle artık hayata tutunan kadın, kendini finalde bir akasya telaşına dönüştürmeyi başarır.

 "...gördüklerine dayanma yeteneği kadının derin doğasına- bütün düşüncelerin, duyguların ve davranışların beslendiği yere- geri dönmesini mümkün kılar."[2]

Yeraltının karanlık dehlizlerinden geçilerek gelinen yer yeryüzünün yaşam muştulayan ışığıdır. O ışıkla kamaşır Akasya'nın yaprakları. ve ölüler gülümsüyorlar yeryüzüne bakıp /şenleniyor toprak /birsalyangoz, kabuğunda ağırlıyor beni

 "Acı, yaşama coşkusuna gerçek değerini veren bir kontrapunto gibi yer alır yaşamın içinde. Yaşam sadece geçici, tehdit altında olduğu için değerlidir. İyileşen her acıda yaşamı daha yoğun biçimde yaşamaya bir davet vardır. Çünkü acı insanı kendinden koparır, eski kimlik duygusunun kök saldığı huzuru alt üst eder. bir bilgi aracıdır. insanın kendi sınıları içinde bir düşünme biçimi va başkalarını daha yakından tanıma biçimidir. Acı bir metafiziktir, geçip gittikten sonra, insanın, daha geniş anlamlı  ve yaşama zevkine davet eden  bir dünyaya yerleşebilmesi için gerekli mesafeli bakışı sağlar. Acı kutsal bir vahşidir. Çünkü insanı aşkınlık deneyimine götürürken kendisinin dışına atar ve ona varlığından habersiz olduğu birtakım zenginlikleri gösterir. Ve vahşidir, çünkü kimliğini bozarak yapar bunu. Tercih şansı bırakmaz insana. Yanma riskinin büyük olduğu bir ateş deneyimidir.  Acısının kendisini ve tüm onurunu yitirmesine yol açan bir felaket olması ya da tersine başka bir boyutunu görmesini sağlayan bir şans olması kendi elindedir insanın. Bu boyut acı çeken ya da acı çekmiş olan ama dünyaya gözlerini açarak bakan bir insanın boyutudur. İnsan ya acının vahşetine bırakır kendini ya da bunları boyunduruk altına almaya çalışır. Bunu başarabildiği takdirde başa bir insan olarak çıkar bu deneyden, daha dolu bir yaşama doğar."[3]Bu başka bir özne olmaya dair yolda şair çifte deneyim yaşar: hem bir birey olarak kendi hayat yolunda karşılaştıklarıyla mücadelesi sırasında bir başkalaşım yaşar hem de yaşadıklarına yabancılaştığı yerden yaratma serüveninin içindeyken bir dönüşüm yaşar. Bu çifte başkalaşımın şiire getirisi ise içerden gelen içten, samimi, bizden bir ses olur.

ne zamandönüp gelsem bir yalnızlıktan/sözcükler var görüyorum beni bekleyen

//kadınlar/ suçişlerler yaşadıkça/ oturur konuşurlar/ bilirler birlikte susmayı/ ağlamayı/ meselaölenin ardından/ bildikleri gibi bir aşkın bittiğini/ anlarlar görmeden duymadanbile... Ayrılık, ölüm... Varolanın istem dışı kopuşu travmalar yaratır bilinçte. Bilinç zamanla iyileşir; ama  hafıza hep anımsamak için saklar. Bu saklanan şeylerin huzursuzluğudur bireyin trajik yazgısını hazırlayan. Şiir hafızayla bilincin karşılaşmasından doğar ve bu  çarpışma sonrası oluşan  iç barışı temsil eder. En azından bu şiirlerde. Bu barış halinin kamaşma duygusudur ağaçtaki telaş. ellerim yeniden bilecek dokunmayı/ yeniden bileceğiz ölümden dönülüp gelinen hayatnerededir// her on yılda bir' mi diyordu lady lazarus/ çekip çıkarmalı acıyı içinden /söker gibi topraktan bir ağacı

Şiirlerin geneli için söylenebilecek imge yoğunluğu da bu ‘telaş'ın izleridir. Zaman zaman romantik bir şairaneliğin içinden yükselen metaforlarla kimi şiirlerde büyük bir başarıyla yakalanan hakikatin kıvılcım saçan metaforları kendiliğinden bir zıtlık ve gerilim oluşturmuş. Bilinçli bir tercih değilse bu, şairin ikinciden yana yürüdüğü şiirlerdeki yalınlık, sakinlik ve gerçekçilik, şiirini daha sağlam ve daha etkili kılacaktır. Dilsel telaşa yenik düşmediği şiirlerde Derya Önder şiirinin sesi derin bir yeraltı ırmağının gürleyen sesini yanına çağırıyor çünkü.

Sonuç olarak Akasya Telaşı Derya Önder'in CezaDefterinden bu yana bilinçli bir duyarlıkla ve farkındalıkla şiirini geliştirip kendine özgü sesini ve söylemini sağlamlaştırdığı bir yapıt. Bu kitabın şiirleri ağır bir acı yüküyle hesaplaşmanın şiirleri. Akasya'nın telaşı şiirlerin öznesinin yaşam heyecanıdır. Yüzünün yaşama dönüklüğüyle şair de şiirin öznesi de yaşamdan yanadır; ama bilmenin ağrısıyla, ağırbaşlılığıyla. Hüznün ve kederin bordosu yeni şiirlerde daha farklı izleklerle kendini hangi hüzün renklerine bırakacak doğrusu meraka değer. Kesin olan şey Derya Önder ne yazarsa yazsın hüzün onun vazgeçilmez eşlikçisi olacak. Sesinin ığıl akan yumuşak akışı da öyle. Bu kadife ses alttan alta ilkel doğasının ehlileşmeyi reddeden tınılarını da saklamaktadır.

aynı yerden kanatıyor kaç keredir aynı bıçak

aynı yerde bastırıyor aynı apansız yağmur

kalbim taşbaskı bir kitap...

kalbim taş!... kalbim baskı!...

kalbim!.. yana yağmurdan...

 

 Sınırda  Dergisi, yaz 2008



[1] Kadınlar Rüyalar Ejderhalar, Ursula K.  Le Guin, s.35, Metis,2002

[2] Kurtlarla Koşan Kadınlar, Clarissa P. Estes, s.66, Ayrıntı,2000

[3] Acının Antropolojisi, David Le Breton, Sel yay. s.207

Back to top