kitap tanıtım: ellerimde

ELLERİMDE
IRENE GUT OPYDKE - JENNIFER ARMSTRONG
Say Yayınları, Haziran 2009, 280 s.

DERYA ÖNDER

II. Dünya Savaşı ve savaşın beraberinde getirdikleri her zaman edebiyat eserlerine yoğun bir şekilde konu olmuştur. Kimi zaman savaşın sıcak yüzü, kimi zaman cephe gerisinde yaşananlar, kimi zaman da tanıklıklar ve savaşın psikolojik boyutu romanlar aracılığıyla ele alınmıştır.

"Ellerimde" de, ülkesi Almanlar tarafından işgal edilen hemşirelik okulu öğrencisi 17 yaşındaki bir genç kızın altı yıl boyunca aynı toprağı paylaştığı onlarca insan için neleri göze aldığının ve "Soykırım" tanıklıklarının anlatıldığı bir roman. İlk kez 1944 yılında Polonyalı bir hukukçu olan Raphale Lemkin tarafından kullanılan "Soykırım" sözcüğü (ya da Jenosit), Yunanca"ırk", "soy" anlamına gelen "genos" ile Latince "katletmek" anlamına gelen cidium (Fransızca) kökünden geçmiş cide sözcüğünün birleşmesiyle oluşuyor.

1918 yılında Polonya’da doğan Irene Gut Opdyke, hem 17 yaşında bunlara tanık olan o genç kız hem de kitabın yazarlarından birisi. Kitabın diğer yazarı Jennifer Armstrong, Irene Gut Opydke ile yaptığı sözlü çalışmalar sonucunda, Irene’nin otobiyografik anlatımlarını, bir edebi eser olması noktasında kurgusal bir yapıya dönüştürür ve sonuçta bir ortak kitap olarak da tanımlanabilecek olan "Ellerimde" romanı ortaya çıkar.

Irene, pek çok noktada "başkasının acısı"nı seyirci olarak izlemek yerine bu acıyı kendi acısı olarak içselleştirir. Polonya vatandaşı olduğu için Almanlara ait mühimmat fabrikasında, hemşire olduğu için, onun bu yetisinden yararlanmak amacıyla esir alındığı hastanede hemşire olarak çalışmaya zorlanır. Akıcı birşekilde Almanca konuşabilmesi nedeniyle bu zorlamalar bir Alman Binbaşı’nın himayesinde Almanların sık sık bir araya gelip sohbet ettikleri, yemek yedikleri büyük bir evde çalışmasına kadar gider. Aslında bu noktada Irene,sıcak savaştan ve pek çok sıkıntıdan otomatik olarak uzağa düşmüştür. Temel ihtiyaçlarını karşılamakta hiçbir sıkıntısı yoktur. Sanki savaş, onunçalıştırıldığı evin eşiğinden içeri girmemiş, kapının dışında kalmıştır. Ancakbu "kurtarılmış alan"ın seyrettiği başka bir görüntü vardır ki o da Yahudilerin konuldukları "Getto"lardır.

Bu aşamada "seyircisi" olduğu görüntü, Yahudiolmamasına rağmen Irene’yi harekete geçirir ve belki de çevresindeki insanlara, onun "şanslı birisi" olduğunu düşündürten sahip olduğu tüm koşulları birkaç kişinin yaşamı için bile olsa kullanmaya karar verir. Irene için, normal şartlar altında "etik" açıdan olumlanamayacak pek çok şey, insan hayatı söz konusu olduğunda, bir an bile tereddüt etmeden gerçekleştirdiği eylemlere dönüşür. Hatta bu, onun diğerleri tarafından "işbirlikçi" olarak algılanması riskini bile içermektedir ama Irene, bunları önemsemez. Hayatta kalması başka boyutlardan dagereklidir. Çünkü başkaları için yapabileceği şeyler, ondan yardım uman insanlar vardır.

Altıyıl süren bu savaşın ardından yaşam, insanlar için kaldıkları yerden devam edebilecekleri bir şey değildir artık. Irene için de aynı şey geçerlidir. Bir yaranın gerçek acısının yara soğuduktan derinleşmesi gibi Irene’nin iç savaşıda ancak şimdi başlamıştır.

Ülkesinden ayrılır, Amerika’ya yerleşir ve bütün savaş tanıkları gibi o da bir yanıyla herşeyi unutmak, yeni bir hayata başlamak istemektedir. Nazi Almanyası’nın gerçekleştirdiği bu soykırımda, Yahudilerin gerçeklik payını abarttıklarını ve bir kısım anlatıların sahici olmadığını düşünen farklı görüşteki çevreler yüzünden, aradan uzun yıllar geçmesine ve bunlardan söz etmek istememesine rağmen, hikâyesini insanlarla paylaşmaya başlar.

Yaşamı boyunca unutamayacağını bildiği o sahneyi, bir Alman askerinin kurşunuyla havada parçalanan bebeği hiç aklından çıkaramaz. Bir kadın olarak da savaştan ve soykırımdan nasibini almıştır. Ancak savaşın psikolojisi ve çevresinde olan bitenler o kadar baskındır ki kişisel olarak yaşadıklarını asla merkeze koymaz ve silikleştirmeye, önemsizleştirmeye çalışır.

Adorno,"Auschwitz’den sonra şiir yazılamaz" demişti. Nazilerin "Auschwitz" dediği yer Polonya’nın Oswiecim kentiydi. Bütün bu yıkımların/kırımların ardından pek çok şey yazıldı, yapıldı. Soykırım üzerine çalışma yapan akademisyenler bunun aşama aşama nasıl gerçekleştiğini ortaya koydular. Bu sıralamada, soykırımı oluşturan, dinamiti ilk ateşleyen şey sınıflandırma olarak belirlendi. Yani biz ve onlar ayrımı. Başka bir deyişle, ötekileştirme. Aynı olmayan her şeyin arasına kalın çizgiler çekme.

İkinci aşama Sembolleştirme. Bu aşamada bunları neyin adına gerçekleştirdiğinize dair bir isimlendirmeye gidiyorsunuz. Tarihin sayfasından üstünü çizmeye karara verdiğiniz şeye, dini, dili, rengi, kıyafeti ve başka şeylere göre aşağılayıcı ya da dışlayıcı bir isim buluyorsunuz. Bu isim onları birleştirdiği kadar aynı zamanda kendi tarafınızda sizi de birleştiriyor. Üçüncü aşamada yapılanın dehşeti daha da artıyor. Ve onları insandışı kabul etme ya da insandışılaştırma aşamasına geçiliyor. Bu aşama öldürmenin ve yok etmenin bir "eylem" olarak da planlamaya başlanmasını içeriyor. Dördüncü aşama organizasyon, çünkü akademisyenler bütün soykırımların organize olduğunu belirtiyorlar. İnsanın insana bunu yapabilmesi için kullanabileceği tüm araçların teminine ve organize edilmesine dayanıyor.

Ve bir sonraki aşama olan polarizasyon aşamasında, "aşırıgruplar"ın oluşturulması ve "nefret duygusunun" körüklenmesi geliyor. Tanımlamaaşaması, "kurban"ların seçilmesi, ayıklanması, etnik ve dini kökenlerle ya dabenzer nedenlerle tanımlanmalarını içeriyor. Dışlama denilen son aşama iseartık öldürmelerin, kıyımların başladığı aşama. Ve soykırım bu aşamalarınardından inkâr aşaması denilen, her şey olup bittikten sonra gerçekleşen unutmaeylemiyle tamamlanıyor.

Soykırımı sadece fiziksel yok etme olarak düşünmek de eksiklikalıyor. İnsanların yaşama koşullarını elinden almak, dilleri, inançları yüzünden onlara işkence etmek, yaşamı onlar için artık yaşanılmaz kılmak gibi değişik uçları da içeriyor soykırım.

Sadece Yahudilere yönelik değil tarihin değişik zamanlarında farklı topluluklara yönelik de gerçekleştirilen soykırım olaylarını, gerek sinema filmleri, belgeseller gerekse edebiyat eserleri aracılığıyla derinine ve tüm çıplaklığıyla izledik. Bu anlamda "Ellerimde", soykırımı tüm çıplaklığıyla veren, ürpertici anlatıların, insanlıkdışı sahnelerin betimlendiği bir içeriden tanıklığı içermiyor.

Ama soykırımın ne tür bir yok ediş tasarısı olduğunu anlamak, soykırıma karşı çıkmak için salt insan olmanın bile yeterli olduğunu, kendi başımıza gelmeden de tüm bunlardan sorumlu olduğumuzu ve neler yapabileceğimizi gerçek bir hikâyeye dayanarak ele alıyor.

Varlık Dergisi, Temmuz 2008 sayısı, kitap eki bölümü

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Back to top