Hölderlin'in Amentüsü

Bana göre öyle tabii ve hatta Heidegger'in de Hölderlin ilgisinin ya da Hölderlin'in onda bıraktığı etkilerin önemli nedenlerinden biri bu bakış biçimi olmalı. Çünkü Hölderlin'in son cümlede de belirttiği gibi bu sadece şiirde kalmaz, hayata da sirayet eder. Ama burada trajik olan Hölderlin'in yaşamına bakınca, aslında Heidegger'inkine bakınca da, gördüklerimizdir. Bütün teoriler gibi, pratik çoğu zaman (şiirde olmasa da hayatta) teoriyi yıkıp geçer.

“Her bireye ayrı verilen heyecan duyma derecesi, her bireyin kendine özgü aklı başındalık derecesine göre düşük ya da yüksek ateşte yanar. Ölçülülüğün seni terk ettiği yer, heyecan duymanın sınırıdır. Büyük şair ne kadar kendinin dışına çıkarsa çıksın, kendini koyvermez. İnsan, derinlere olduğu gibi, yükseklere de düşebilir. Derinlere düşmeyi esnek tin, yükseklere düşmeyi ölçülü aklı başındalığın yerçekimi engeller. Eğer duygu, sahici, sıcak, berrak ve güçlü ise bu, şairin en doğru ölçülülük ve aklı başındalık durumudur. Bu durum tinin dizgini ve mahmuzudur. Sıcaklığıyla tini harekete geçirir, inceliği, sahiciliği ve berraklığıyla, kendini kaybetmemesi için tine bir sınır çizer ve onu durdurur; aynı anda hem anlayış hem de istençtir. Ama çok hisli ve kırılgan olduğunda, ölümcül bir hale gelir, için için kemiren bir kurt olur. Diğer yandan tin kendini sınırlarsa, engellenişi korkarak hisseden duygu heyecanlanır ve berraklığını kaybeder, tini de anlaşılmaz bir tedirginlikle başıboşluğa sürükler; eğer tin özgürse ve kendini hemen kuralın ve modelinin dışına çıkarırsa, duygu daha önce nasıl sınırlandırılmaktan korkuyorsa, bu kez de kendini kaybetmekten korkar; böylece donakalıp boğuk bir hale gelir ve tini yorarak onu alçaltır ve yavaşlatır; gereksiz bir şüpheyle kendini harap etmesine neden olur.

Duygu böylesine hastalandığında, şairin elinden gelen tek şey, tanıdığı bu duygudan hiçbir şekilde korkmamak ve bir biçimde daha dikkatlice ilerleyip olabildiği en basit yoldan aklını kullanarak, sınırlandırıcı ya da özgürleştirici olabilen duyguya yön vermektir. Kendisine bu şekilde tekrar tekrar yardım etmek durumunda olan şair, duyguya doğal kesinliğini ve duyarlılığını verir. Genel olarak şair, aklında bulunan bütünlüğe tekil anların içinden ulaşmamayı ve böylece geçici bir eksikliği sürekli taşımayı alışkanlık edinmelidir. Şairin alacağı keyif, sonunda yapıtın bütünlüğünün esas tonuna erişene dek konunun gerektirdiği ölçüde ve tarzda bir andan diğer âna geçmek olmalıdır. Ama kendini yalnızca zayıftan güçlüye doğru yükseleceği bir kreşendoda aşabileceğini kesinlikle düşünmemelidir, çünkü bu şekilde sahici olmaz ve boşlukta asılı kalır. Önemden kaybettiği yerde hafiflikten kazandığını, sessiz ve duyarlı olanın da şiddetin ve heyecanın yerini güzelce doldurduğunu hissetmelidir; böylece şair yapıtının gidişatında, bir öncekini neredeyse aşan bir tonu ayrıca zorunlu olarak vermek durumunda kalmaz. Yapıttaki egemen ton, bütünlük, yalnızca başka türlü değil de böyle biçimlendirildiği için hâkimdir.

Yalnızca bu en doğru doğruluktur. Sistemin bütünlüğü içinde kendi zamanı ve konumuna getirildiğinden, burada yanılgı bile doğruluğa dönüşür. Bu doğruluk, hem kendini hem de geceyi aydınlatan ışıktır. Bu, sanat yapıtının bütününde doğru zamanda doğru yerde dile getirildiği için, şiirsel olmayanın da şiirsel olduğu en yüksek şiirselliktir. Ama bu amaç için en gerekli olan şey, hızlı kavramadır. Yoksa eğer üzerinde ürkekçe oyalanırsan, konuda ne olacağını ve konuda neyi yapıp yapmayacağını bilmezsen, onu nasıl doğru yerde kullanabilirsin? İnsanın, tekil olanı, ait olduğu bütünlüğün yerine koyması sonsuz bir keyif, göksel bir sevinçtir; bu nedenle, kavrayış olmadan, sürekli organize edilen bir duygulanım olmadan yetkinlik olmaz, yaşam olmaz.”

Friedrich Hölderlin, Şiir ve Tragedya Kuramı, Türkçesi: Mehmet Barış Albayrak, İstanbul: Notos Kitap, 2012, s. 41-43.

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Back to top