"Evreni Oluşturan Onbin Şeydir Şiir"

İyi bir okur için, şiir okumak özel bir okumadır. Diğer yazın türlerinin aksine, şiir sözcüklerin altını kalın çizgilerle çizmez, dikte etmez ama söyler. Bunu yaparken öyle ince çizgiler üzerinde dolaşır ki okur bazen bir şiirden diğerine geçemez. Durur, aklını ve kalbini yoklar… Bu yüzden de, şair'inin içinden kaçıp giden bir şiir, uzun yıllar bir okurun gölgeliğine saklanır…

Son zamanlarda sıkça yinelenen öykü öldü mü, roman öldü mü sorularına inat, şiir dünyamızdaki hareketlilik ritmini yitirmiyor. Her geçen gün şiir kitapları yayımlayan yeni bir yayınevi ismi daha duyuyoruz. Okur ve yazar olarak nefes almaya çalıştığımız, gittikçe "piyasalaşan" yazın dünyamızda inanıyorum ki şiir her zaman kendi yolunu, yoldaşını bulacaktır.

Şiire gönül veren bu yayınevlerinden olan Digraf Yayıncılık da "şiirden" alt başlığıyla yirmisi şiir, onbeşi poetika yazılardan oluşan otuzbeş kitap yayımladı bugüne değin.

Yazma serüveni 1970'li yıllarda başlayan ve aralıklı olarak devam eden Zeynel Çok'un, ikinci şiir kitabı olan Ağır Zaman Yangınları uzun bir aradan sonra, Digraf Yayıncılık'ın şiir dizisinde yerini aldı. Yurtdışında yaşayan ama burada yazılan şiiri ve şiirin serüvenini izleyen Zeynel Çok'un şiirlerinde nesnelerin hakimiyeti vardır. Ve bu nesneler çoğu zaman özneleştirilerek şairin karşısındaki yerlerini alırlar. Uzaklık, uzakta olmak, yaşamın soluk aldırmadığı zamanlara şahit olmak, gitmek ve çoğu zaman kendine seslenişlerle oluşur şiirler. "Yaşamak ve Ölmek arası, bir saniye kadar / Bütün ırmaklar Puşkin akar" der bir şiirinde. Sanki çoğu zaman sözcüklerle fotoğraf çeker gibidir. Zaten aynı şiirin bir başka dizesinde de "Kişi ender olarak çizer resmini. İhtiyaç değildir, aynada görmek yeter" diyerek bu görüşü pekiştirir. Son zamanlarda değişik dergilerde ve internet sitelerinde adına sıkça rastladığımız Zeynel Çok, Ağır Zaman Yangınları'nda bir başka açıdan, yangının ardından yaşama yeniden tutunmanın da şiirlerini sunuyor bize…

Eskikent Kırgınlıkları, Ahmet Çakmak'ın, 1998 Yılında Öteki Yayınevi'nden çıkan "İki Dilde Kederlenmek" adlı kitabından sonra yayımlanan ikinci kitabı. Kitap iki bölümden oluşuyor. Kitapla aynı adı taşıyan ve 2003 yılında Cigerxwin'in doğumunun 100.yılı sebebi ile BEKSAV tarafından düzenlenen ödülü de alan şiir ve Mecusi şiiri kitabın ilk bölümünü oluşturuyor. Şiirin ve hayatın içine düşen kırgınlıkları, telaşsız bir dille şiire dönüştüren şair, bunu yaparken, bizi, aynı zamanda uzun yıllar yaşadığı ve iyi bildiği kentin /Diyarbakır'ın ara sokaklarında da dolaştırıyor. "abdal" başlıklı ikinci bölümle beraber, aslında "iki dilde de kederlenen" şairin durup dünyaya yeniden bakışını ve gittikçe, kederine/sessizliğine bile sahip çıkılamayan bir kentin içinde şiirle can bulan birisi oluşunu izliyoruz...

Hüzünlü Isırgan, Salih Aydemir'in dördüncü kitabı. Salih Aydemir'in şiiri, ilk kitabından bugüne değin, bize imgenin izini sürmenin işaretlerini veriyor. İmgenin her zaman narin ve güzel'i gösteren, ibresinin sadece iyi'den yana olmadığını da… Belleğimizde kolaylıkla yan yana gelmeyen ama bir dizede karşımıza çıktığında, bizim algılarımızla da oynayan, kolaycı olmayan bir şiir Salih Aydemir şiiri… Kullandığı dil, sözcüklerin ve hayatın; aklın ve kalbin, çarpışa çarpışa bıraktığı bakiyenin gittikçe şiire en yakın duran olduğunu söylüyor. Kitabın adından da çıkarılabileceği gibi, dokunmaktan çekinilen, belki bir kenara itilen sözcükler aynı zamanda derin bir hüznü de gizliyorlar kendilerinde… Dize aralarında dolaştığınız zaman bütün bunların yanı sıra "yazan özne" olarak "şair"in "ben"iyle nasıl oynadığını, yazdıkça kalem tutanın "öteki" olduğunu da görmek mümkün.

Yavuz Özdem'in, Digraf Yayıncılık'ın şiir dizisinden çıkan "Yer Gece Dinlenir" adlı son şiir kitabının ardından, 1999 yılında Yön Yayınları tarafından yayımlanan "İstanbul Yolcusu Kalmasın" kitabının da ikinci baskısı yapıldı. Yavuz Özdem, fiziki göçü oluşturan koşulları, göç psikolojisini, "göç" kavramının içerdiği bütün sosyolojik anlamın yanı sıra, bir iç göçten ve bu duygunun gidenin götürdüğü yere taşıyacağı kuşatılmışlık duygusundan başarıyla söz ediyor şiirlerinde. Bir başka açıdan, bir şiirden bir şiire göç etmenin, edebilmenin olmazsa olmazlığından da haberdar oluyoruz… İstanbul Yolcusu Kalmasın, dil açısından da biçim açısından da bizi çelişkiye düşürmeyecek kadar doğru kurulmuş… İlk bakışta gündelik hayatın dili olarak algıladığımız dil, bize hayatın içinde gizli olan yazılmamış ama söylenen şiirleri de ele veriyor…

Serpene , bir ilk kitap. Son beş yıldır "Şiirin" dergisi ve "Zamandükkanı" adlı fanzini de çıkaran Mitat Çelik , sanki daha kitabına "Serpene" adını verirken, bizi ne tür şiirler okuyacağımıza dair hazırlamakta. Acele edilmemiş ve zamanı gelmiş şiirlerden oluşan bir ilk kitap, sanırım okuru en iyi selâmlama şeklidir. Serpene'de de böyle bir atmosferi soluyoruz. Şair sanki okurunu da seçmek ister gibi, aşinâsı olduğumuz şiir dilini zorlamakta, bizi hem kendi şiir dünyasına davet etmekte hem de kullandığı sözcükler, ses oyunları ve serbest çağrışımlarla okuru da ayağa kaldırmaktadır.

Yusuf Alper hem şiirlerine hem de psikoterapi, psikoterapi/sanat/sanatçı konularında yazdığı yazılarla yakından tanıdığımız bir şair. Şiirden yayınları'ndan çıkan "Şimdi Hangi Irmakta" kitabı da Alper'in daha önceki kitaplarından edindiğimiz izi sürmemizi sağlıyor. Kitabın bir bölümünde Metin Cengiz, Haydar Ergülen, Dinçer Sezgin, Hüseyin Peker ve Ahmet Günbaş'ın Yusuf Alper'in şiiri üzerine yazıları da bir araya getirilmiş. Bütünüyle bakıldığında Yusuf Alper'in şiirlerinde, dünyayı ve yaşamı algılayışında şiir ve psikiyatri gibi iç'i mercek altına alan iki alanın birbirine geçtiğini zaman zaman yan yana zaman zaman karşı karşıya bir hal aldığını görüyoruz. Durmadan sorulan soruların, bu sorulara verilen, verilmek istenen cevapların dizelere dönüştüğünü, her şiir sonunda, belki cevabın bir başka şiirde olması ihtimalinin okura miras bırakıldığını hissediyoruz. Tıpkı bir bumerang gibi fırlatıldığı yerden bir sözcükle dönen, soruldukça dipdiri başka sorulara gebe olan ama bütün şiirlerin sonunda insan'da birleşen şiirler…

Yazının başlığından el alıp Octavia Paz'ın sözlerini yinelersek, evet: "Evreni Oluşturan Onbin Şeydir Şiir"… Hele de şairin her şiirinde bir başka ben'iyle yola çıktığını, yol'un sonsuzluğunu da anımsarsak, şiirin bütün olumsuz koşullara rağmen neden bu kadar dirençli ve başka hiçbir yazın şekliyle kıyaslanamayacak halde olduğunu, şairin, kanlı canlı bu dünyada neden ille de sözcüklerin peşine düştüğünü ve belki nicelik olarak çoğalmayacak ama niteliğin izini sürerek şiir okuru olmaya devam edecek insanların varlığını daha iyi anlayabiliriz…

Bu yazı 3.8.2008 tarihinde radikal kitap ekinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Back to top