Kant'ın şiire verdiği zarar (Hölderlin örneğinde)

Bugünlerde bir vesileyle Hölderlin’le ilgili okumalar yapıyorum. Dolayısıyla Türkçedeki Hölderlin’le ilgili kitaplara da tekrar bakıyorum. Malum, Hölderlin deyince sadece şiirden değil aynı zamanda felsefeden özellikle de Alman felsefesinden de söz etmek gerekiyor. Ne de olsa Hölderlin, Hegel ve Schelling'in yakın arkadaşı, 1790'da aynı odayı paylaşıyorlar hatta. Schiller’den zaten etkileniyor ve sonraki dönemde de Heidegger için çok önemli bir konum teşkil ediyor.

Zweig’in Kendileri ile Savaşanlar serisinde hakkında yazdığı kişilerden biri de Hölderlin. Gerçi Zweig’ın ağırlıklı bakışı biyografik ve şiirden yana ama önemli tespitlerde bulunuyor. Anlatının bir yerinde Hölderlin’in Goethe’ye ya da Schiller’e nazaran kendini “düşünce ve kültür bakımından tam olgun hissetmediği” için başvurduğu yola değiniyor, bu yolun müsebbibi olarak da Kant’ı eleştiriyor:

“Bu yüzden der ki [Hölderlin] -ezeli Alman yanılgısı- kendini sistemli bir biçimde “yetiştirmek”, üniversite kürsülerinden felsefe belgeleri almak zorundadır. Aynı Kleist gibi o da doğrudan doğruya canlı, coşkulu tabiatını, zorlamalı bir denemeyle, yani semasını metafizik olarak yorumlamakla, şiir planlanan doktrinlerle beslemekle mahveder. Korkarım, henüz hiç gerektiği gibi açıkça dile getirilmemiştir, o sıralarda Kant’a rastlamak, metafizikle uğraşmak yalnız Hölderlin için değil, bütün Alman şiir verimliliği için nasıl bela olmuştur.

Geleneksel edebiyat öğretisi bunu, yani Alman şairlerinin o zaman Kant’ın düşüncelerini kendi şiir alanlarına almalarının, harika bir doruk olarak istediği kadar göklere çıkarsın -özgür bir bakış sonunda bu dogmatik, kılı kırk yaran baskının belalı zararlarını tespit etmek cesaretini gösterecektir. Kant, -son derece kişisel inancımı ifade ediyorum burada- düşüncelerinin yapıcı ustalığıyla, klasik dönemin saf verimliliğini ezmiş, bütün sanatçılarda duyusallığı, dünya neşesini, hayal gücünün özgürce akışını, estetik bir eleştiriciliğe çekerek sonsuz bir kesinti yaratmıştır. Kendini ona kaptıran her şairi salt şairanelikte sürekli engellemiştir. Zaten öyle bir sırf beyin, bir sırf düşünce, öyle dev bir buz kütlesi, hayal gücünün gerçek hayvan ve bitki örtüsünü nasıl dölleyebilirdi, bu kaskatı, cansız insan, bu kendini bir düşünce otomatı olacak kadar bireysellikten uzaklaştırmış insan, nasıl olur da hiç, bir kadına el sürmemiş, hiç kasabasının sınırlarından öteye geçmemiş, gün çarkının her dişini hep aynı saatte elli, hayır yetmiş yıl otomatik olarak dolaştıran bir adam, soruyorum, nasıl olur da böyle tabiat dışı, böyle cansız, kendi katı bir sistem olan kafa (ki onun dehası işte bu fanatik kuruculuktadır), bir şairi, duyusal, buluşun kutsal tesadüfüyle coşan, tutkuyla durmadan bilinçaltına yollayan bir insanı destekleyebilirdi?”

(S. Zweig, Dünya Fikir Mimarları - Kendileri ile Savaşanlar, Kleist-Nietzsche-Hölderlin, çev. Gürsel Aytaç, c. 2, 2. baskı, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1990, s. 172-173.

Zweig, daha da devam edip gidiyor böyle. Yazdıklarında haksız mı? Değil.
Elbette bu sadece “Kant’ın verdiği bir zarar” olarak görülecek bir şey değil, felsefeyle uğraşmanın insanın şiir/şair dokusundan sinsi sinsi nasıl çaldığıyla, onu nasıl “acıtmadan” yonttuğuyla alakalı. Gerçi o acı, bana kalırsa, çok sonra ve nafile biçimde, karaya vuran bir tekne gibi çöküyordur insanın içine kaçınılmaz olarak ama olan da olmuştur bir kere. Bir kafayı sistematik biçimde yolundan çevirdikten sonra, başa döndürmek çok zor. Üstelik muhtemelen bu durum tek taraflı da değil, hem felsefe hem şiir yanında “doku zedelenmesi”ne yol açacaktır ve muhtemelen hiç istenmeyen biçimde, dönüştürülemeyen, verimsiz bir iç gerilimi de sürekli diri tutacaktır.

Bizde bir sürü şey gibi bu konuda da tuhaflıkların arkası gelmez. Üstelik felsefeyle daha yakından ilgilenmeye başladığım geçen sekiz yıl boyunca; hatta belki de Zweig’ın “tam bir Alman yanılgısı” demesindeki gibi, gözlediğim de şu olmuştur:

Şairler “iki felsefe kitabı” okuyarak hemen felsefe hakkında ahkâm kesme hakkını bulurlar kendilerinde. Oysa “iki şiir yazanın” kendine şair demesinden şikâyet edebilen böyle bir güruh, bu durumu hiç hesaba katmadan, aynı şeyi yaptığının hiç farkında olmadan, eskilerin deyimiyle “pervasızca” yapar, yapıyor bunu… Altı üstü yarım saatlik şiir temelli bir konuşmada bir bakarsınız, çoğu da şiire değinmiş filozoflar olarak Platon, Aristoteles, Kant, Hegel, Heidegger, Badiou alıntıları havada uçuşur … Şairler bir çırpıda felsefe poetikası yaparlar, "felsefi" şiirler yazarlar, hatta kitap da yazıverirler... Bunu, çok ironik buluyorum doğrusu ama engellenebilir değil elbette.

Kant dahil, Platon, Aristoteles, Hegel, Wittgenstein, Heidegger… (daha fazlası da vardır) hepsinin de kötü şiir denemeleri olduğunu biliyoruz. Kimi ulaşılabilir, kiminden anlatılarda söz ediliyor. Bazılarının hayranı oldukları şairler de vardı (Sadece Heidegger’in değil). Ama ortak noktaları şiire verdikleri önemdi.

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Back to top