Paşa Gönüller Çağı

in

Paşa çayı diye bir şey vardı eskiden… Hâlâ var mı bilmiyorum ama artık çocuklara çay içirilmesinden yana değil bilirkişiler… Neyse, paşa çayı kısmı fazla serbest bir çağrışımla alakalı… Asıl mesele paşa gönüller çağı…

Herhangi birisine herhangi bir şeyle ilgili, neden ya da niçin diye sorduğunuzda aldığınız cevap “paşa gönlüm bilir”, “paşa gönlümün bileceği iş”, “paşa gönlüm nasıl isterse” dediği anda sanırım artık söylenecek bir şey kalmıyordur. Bu, dükkânı iletişime kapatma şekli olabileceği gibi, açıklanması uygun olmayacak şeyler için bir örtü de kabul edebilir yahut da özgürlük kisvesi altında mesele hiçbir ikinci kişinin laf edemeyeceği kadar kişisel bir noktaya da çekilebilir.

Aslında o “kişi”den başkasını ilgilendirmeyen meselelerde “paşa gönlün bilmesi” kimseyi de ırgalamamalıdır, yani konu, komşuya ya da kamuya açık değilse, paşa gönlün sahibi haklı bile olabilir böyle derken.

Anti-özgürlük yanlısı filan değilim, elbette dileyen dilediğini yapsın, söylesin. Bu anlamda paşa gönlümün yıllığı, paşa gönlümün seçkisi, paşa gönlümün dergisi gibi çoğaltmalar yapabiliriz. Sadece o zaman sorun şu, ya benim paşa gönlüm de senin paşa gönlünün yaptığını uygun bulmuyorsa… Demek ki yollarımız ayrılıyor, güzel. O zaman birbirimizi ciddiye almamızın ya da konuşmak, tartışmak için muhatap olmamızın da hiçbir anlamı kalmıyor demek ki… Hatta karşı karşıya bile olamayız ya da muhalif bile duramayız... Çünkü bütün soruların cevabı, bu olduğu anda, birbirimize otomatik olarak sırtımızı da dönmüş olmalıyız. Bir aşama ileride artık o kadar uzakta oluruz ki birbirimizden, artık kimin paşa gönlünün neyi yaptığı da önemsizleşir. Böylelikle boşlukta yüzen ve gittikçe kendi etrafındaki boşluğu derinleştiren ve seni sen yaptığını düşündüğün ya da onun sen olduğunu sandığın, senin özgünlüğün sandığın şey/şeyler senin aynı zamanda engelin haline gelir. Çünkü bu aynı zamanda etkiye kapalı olmak yani değişememek demek de olur. Ve o paşa gönül kabuğu giderayak o kadar kalınlaşır ki, bir gün değişim düğmesine kendin basmak istesen bile öyle bir düğmenin olup olmadığından dahi emin olamazsın ve o kabuk artık senin mezarına dönüşür.

Oysa iletişime açık olmak değişebilir olmaya da yeşil ışık yakmak demektir. Bireysel olarak tastamam ve kusursuz olduğumuzu düşünecek kadar içbükey değilse kendimize baktığımız ayna, hiçbirimiz tastamam olmuş olamayız.

İşte biz şiirde paşa gönüller çağında yaşıyoruz şimdilerde. En kötüsü de bunu yaşıyor olmamız değil, bunu şiirli/şiir içre bir şey olarak sunuyor olmamız. Ve de bu kadar paşa gönüllünün olduğu bir yerde eleştirinin olması mümkün de olmayacaktır çünkü böyleyken eleştirinin ne muhatabı ne anlamı ne de zemini kalır.

Mesela, zamanın birinde “gün gelecek artık ödül verecek kimse kalmamış olacak” diyen bir şairimizin son on beş yılda bilmem kaç tane ödül aldığını gördüğünüzde ve ona bu sözleri hatırlatıldığında, aldığınız cevap “evet benim böyle bir zaafım var” oluyorsa, bu paşa gönül karşısında söylenecek bir şey de kalmamış oluyor zaten.

Çok basitleştirir, aynı oranda sertleştirir ve hatta biraz da abartırsak, Saddam paşa gönlü istediği için Kuveyt’e girebilir, Amerika paşa gönlü istediği için elini Afganistan’a uzatabilir, birilerinin paşa gönlü istediği için japonya’da milyonlarca insan ölebilir, birilerinin paşa gönlü şaha kalktığı için insanlardan sabun yapılabilir, bir başbakanın paşa gönlü istediği için köşe yazarlarına hükmedilebilir… mi?

Back to top