egosantrik şiir

in

nihayetinde insan küser. bizim şiir tarihimiz biraz da küsmeler tarihidir. çok şair vardır, an gelmiş çekilmiştir. küsmüştür. nerden mi çekilmiştir? şiirden, şiir kamusundan, dergilerden, eskilerin meyhane buluşmalarından... kiminde tavşan dağa küsmüştür, dağın umurunda olmamıştır. kiminde tavşan küstüğünün dağ olmadığını bir vakit gelmiş ancak fark etmiştir. içi rahatlamıştır. kiminde "zirvedeyken" çekilme planı uygulanmıştır. (zirveler haritada işaretlenmemiştir)

sahiden de dirayet ister burda olmak. kavga ister, gürültü ister, büyük harf ister, dergi ister, ödül ister, tanıdık jüri ister, en az birkaç yandaş ister, kitap tanıtım yazısı ister, dikkat çekici laflar ister... büyük büyük, kocaman... etliye sütlüye karışmamak ister, otur şiirini yaz ister, abla ister, abi ister, turnikelerden geçmek için bilet ister, sıcak renkler ister... bi ustan olsun ister. mümkünse ustan ölü olmasın ister. ölülerin şerrinden daha çok korkar, dirilerden...

olanla olması gereken arasındaki uçurum açıldıkça dönecek bir yer ister.

bizde şair şiire o kadar boğulmuştur ki artık bu bir tür körleşmeye dönüşmüştür. şiir her şeyi ilgilendirirken o şiir dışında hiçbir şeyle ilgilenmez olmuştur. konuşma dili dışındaki dillere tepeden bakar, mağrurdur, dünya dediğimiz şey mevcut türk şiirinden ibarettir. o kendi tarihinin girdabında dönüp durmayı seçmiştir. 2010 yılında olmamızın hiçbir önemi yoktur. artık daktilonun olmadığının da... kâğıda yazmanın nedenlerinin vazgeçilmemiş eski bir alışkanlık olmasının ya da kemikleşmiş bir nostaljinin ya da yetersiz bir teknik bilginin ürünü olmasının da üstü örtülmüştür.

bizim bugünümüz şiirimiz her birine zafer bayrağı dikilmiş küçük tepeciklerden, büyük egolardan oluşur. bizim bugünümüz şiirimiz başlayalı epey olmuştur. kendisi gayet ego-santriktir. ONA KADAR HER NE OLDUYSA OLMUŞTUR. ama ondan sonra başlayan şey "ben"in merkezinde konuşlanır. çağdaş olan o'dur, dili içine düşmekte olduğu girdaptan, bilimum kuşatmalardan o kurtarmış, yabancı maddelere karşı o savaşmıştır, o çağdaştır, o moderndir, ve de postmoderndir. "dilin imkânlarını" genişletmiştir ama bu genişleme tarifsizdir. biriciktir. en-bendir. hakkı yenilmiştir. yenilen o hakkın intikamını alma zamanı gelmiştir. bachmann'ın dizesini ters çevirirsek " şehirlerde ateşler yanar gece bastığında" (dağlarda ateşler yanacak gece bastığında.. bachmann). ortalık çoluk çocuğa kalmıştır. aslında bütün bunları hayat yapmıştır. zaten kadınlar da ne yazacaktır. kadınlar yazsa ne olacaktır.

yani artık.. biraz da böyle böyle... yani bloglarla, sitelerle, internetle tarih değil, tarihler yazılmaktadır. ne ki resmi tarih, bildiğini yazacaktır, yazmaktadır. marifet ders kitaplarına girmek, müfredatta görünebilmektedir. bunun da kendi koşulları vardır. bu samimiyet istemez mesela ama yakınlık ister. böylesi bir yakınlık en tehlikeli şeylerden birisidir aslında. risktir biraz da.. başka bir resmi tarih görevlisi atandığında o resmi tarih, gayriresmi tarihe hatta müfredatdışılığa itilebilir. ama her şeyin bedeli vardır. ne de olsa büyük lokma büyük bir boğazdan geçer, geçmelidir.

ama küsmek bile, hâlâ kıymet vermektir. küsmek, "küstüğümü göresin" sinyallerini de vermektir. "gel, gönlümü al da barışalım" cevabını sıcak tutmaktır. ama yüzünü dönmek, "küstüğümü bile görme!"'ye işaret eder. çünkü artık bir önemi yoktur. ona doğru üretilecek bir öfkenin de gereği kalmamıştır. bu öfkesiz umarsızlık, kalan sağların ekmeğine yağ sürmektedir. o ekmek, sofrada kaç kişi varsa afiyetle yenmektedir.

Ne de güzel çoğalınmaktadır bölünerek... ada ada... adalararası birlik ve beraberlik yeter nedenler varsa korunmaktadır. korunmaktadır da metropol, şiirpole dönüşmektedir...

bir kahraman okur! çıkıp gelse, dese: "Yeter! Yeter ya hu!" "Adımıza konuşmayın artık."

bencileyin yüzünü dönmek iyidir, kâfidir...

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Back to top