Yoldaşım Kırk Yıl üzerine Hulki Aktunç'la.


 

Edebiyatta40. Yılında Bir Hulki Aktunç Kitabı: "Yoldaşım 40 Yıl"

 

"ANA MALZEMEMİ, TÜRKÇEYE TER DÖKEREK İŞLEMEYE ÇALIŞTIM"

Edebiyatımızda özellikle son yıllarda nehir söyleşi türü yaygınlaştı. Nehir söyleşiler sayesinde eserleriyle tanışık olduğumuz yazarların, şairlerin, sanatçıların, çalışma masalarından düşünme alışkanlıklarına, yazma ritüellerinden gündelik hayatlarına kadaronların dilinden tanık oluyoruz yaşamlarına.

Geçtiğimiz günlerde Say Yayınları tarafından böyle bir kitap daha yayımlandı: "Yoldaşım 40 Yıl" - Edebiyatta 40.Yılında Hulki Aktunç. Nehir söyleşinin diğer ucunda ise Rıza Kıraç var.

Hulki Aktunç'la geçen kırk yılı konuştuk...

 

- 1968 yılında "Mektuplardan Yansıyan" adlı yazınız Yeni Ufuklar dergisinde yayınlanıyor; böyle başlayan edebiyat yolculuğunuz, Rıza Kıraç'ın sizinle yaptığı nehir söyleşiyi içeren Yoldaşım KırkYıl kitabı ile kırkına erdi. Şiir, öykü, roman, deneme, sözlük gibi edebiyatın hemen hemen tüm alanlarında emek vermiş bir yazar olarak bu kırk yılı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir de resim geçmişiniz var; gizli bırakıp son üç yılda üç sergiyle açığa çıkan...

 

- Bu kırk yıl, hepsi de yoğun emek ürünü on yedi yapıt taşıyor. İlki 1965'te kalan dört de kişisel resim sergisi. Bütün bu işler, hayatını başka alanlarda çalışıp kazanmak zorunda olanbir adamın işleri. Geçmişe bakınca, en önemli noktam bu diye düşündüm... Hem ansiklopedi ve reklam gibi "ağır" ve yıpratıcı işlere mecburen dalmış olmak, hem de sanatsal üretime delicesine abanmak... Doğrusu bu ya, kırk yılımı ailevi gelirlerle geçinen sanatçılara gıpta, hatta kıskançlıkla geçirmişimdir. Kırk yılım, salt yazmak ve resim yapmakla da geçebilirdi. O zaman, ne tür bir muhasebe çıkardı, bilemem.

 

- Ama bu kırk yıl, yapıtlarla da, öykü, roman, şiir alanlarında çok önemli ödüllerle de dolu.Saysak uzun sürer... TDK, Abdi İpekçi, Yunus Nadi, Cemal Süreya, Kocagöz, sonolarak da toplu şiirleriniz Firak ile Tarih ve Toplum BilimleriEnstitüsü Onur Ödülü...

 

Ten ve Gölge kitabımdan sonra hiçbir ödüle katılmadım. Onur ödülü dediğiniz de o ödülü paylaştığım ustaların bana verdiği onur gibidir, Vedat Türkali, Ahmet Oktay, Cevat Çapan...

 

 

- Hayata gözlerinizi Kadıköy'de, Üzerlik Sokak 35 Numara'da açtınız. Yaşamla sanatı hep iç içe gördünüz. Çocukluğunuz, edebiyata girişiniz, 68'li yıllar ve öğrencihareketleri, reklamcılık, politika, sinema ve edebiyat çevrelerine dair gözlemleriniz... Yoldaşım Kırk Yıl'da yaşamınızın satır aralarını da okurlarınızla paylaşıyorsunuz. İçinde bulunduğumuz ülke koşullarında nasıl bir edebiyatçı-sanatçı duruşu sergilenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?


 

- Özünde bir YANSITICI değil bir YORUMLAYICI olmaya çalıştım hep. Ana malzememi, Türkçeye ter dökerek işlemeye çalıştım; dilime atomik bir katkıda bulunsam bile, mutlu oldum. Ülkemiz aydınlarının içine yuvarlandığı, darbe üzerine darbe yedikleri halde bugün bile içinde debelendikleri tuzağa düşmemeye çabaladım... Atatürkçülük ile sosyalizmin kesişip tortulandığı yere... Her türden sol'un "zinde güçler"den saçma sapan beklentilerini 1970'ten beri yazmaya çabaladım ben. 12 Mart koşullarında asılan kardeşlerimizin katilleri sadece cunta mıdır? Cuntacılara sözüm ona SOL olarak bel bağlayıp onlarla işbirliği yapanlar, hiçbir özeleştiri yapmadan bugün hâlâ fink atmıyor mu?

 

- Yoldaşım 40 Yıl'ın en önemli mesajlarından biri de sizin önerdiğiniz iki terimde yatıyor... Dikey çelişkiler ve yatay çelişkiler... Yaşamsal önem atfettiğiniz bir çelişki analizi...

 

- Evet... Elli dokuzuna gelmiş bir sosyalist olarak yaşadıklarım, gözlediklerim, çekilen korkunç çileler, çözüm arayışları içinden doğmuş bir analiz bu... Dikey çelişkiler, sınıfsal çelişkilerdir... Tuzla'da ölmektir sözgelimi... Yatay çelişkiler ise, sömürgenleri nasıl çelişkileri, dikey çelişkileri örtmek, tesettüre sokmak için kullandıkları çelişkilerdir... Türban falandır sözgelimi... Tuzla'da bir bota koyup boğdukları altı işçiden kaçının eşi türbanlı, kaçının eşi türbansız, beni hiç ama hiç ilgilendirmiyor... Açın o günün gazetelerini, insanımızın, işçimizin o günkü cinayette somutlaşan çelişkisi mi var, yoksa şu korkunç türban kurbanları mı?Açık seçik, net! Acı, acıklı!

 

 

- Haklısınız...Gene edebiyata dönelim... Pek çok edebiyatçının dille kurduğu mesafeli ve soğuk ilişkiye rağmen şiir, öykü ve romanlarınızın dışında Erotologya?, Aforistika, Büyük Argo Sözlüğü çalışmalarınızla, siz bu anlamdada önemli eserlere imza attınız. Dilsiz bir edebiyat mümkün mü? Türk Edebiyatının seyrini nasıl görüyorsunuz?


 

- Demin söylemiştim dille ilişkimi... Edebiyatımızın seyrine gelince, anlatması uzun... Gene somut konuşacağım... Orhan Pamuk'un Kar gibi, Masumiyet Müzesi gibi romanlarının, Nedim Gürsel'in Allahın Kızları'nın yazılıp rağbet gördüğü bir edebiyat ortamı, bir perişanlık ortamıdır. Özüyle de diliyle de berbat! Genel bir karanlık bu... Işık yok mu? Olmaz mı? Bunu da anlatmaya çalıştım Yoldaşım 40 Yıl'da.

-Yeni tasarılarınız hakkında bilgi edinebilir miyiz?

- Yılların içinde yeşeren, kök tutan 16 dosyam var... Şiir, öykü, roman... Hepsi 2009 ile birlikte bütünleşip yayınlanmaya başlayacak. Gene önümüzdeki yıl, beşinci kişisel resim sergim için hazırlanıyorum.

 

- Zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.

- Ben de teşekkür ederim.

 

BirGün Gazetesinde, 03/12/2008 tarihinde yayımlanmıştır.

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Back to top