şiir; yarımlar

ve orda aşk vardı

ve orda aşk vardı
karşıdan karşıya geçerken
otobüsten inerken
musluk habire damlarken
çok bilinmeyenli bir denklem gibi
fizik kurallarına son derece uygun
ya da değil
ne fark eder aşk vardı ordaydı
olmayan her şeyle birlikte
kucaklayandı dünyayı…

sarıydı, sıcaktı.. boğuk.. ve öfkeli..
“next” aşk… ölü dün ve meçhul yarının arasında
sıcak bir bugün…
vardı ordaydı kendisi yoksa bile
toprağı yaran saban kadar derin izler bırakarak
bir duvarı çatlatacak kadar rutubetli, nemli, ıslak..
bir duvarı benim için çeken
bir duvara yürüyen
bir duvarı duvar olmaktan vazgeçip

trenler

trenler ve tren yolları
saçılmış yeryüzüne
boşuna değil makas değiştirişi
yüzümden yüzüne kalkan trenlerin

bütün boğazlarını geçmek için
sonsuz bir teselli istiyorum evrenden
bilinmeyen kıtalarında adımlarımı açmak

biz daha yeni uyanmışlar
cebirsiz ilişkiler meydanında kaybolup kaybolup
ev yolunu gözü kapalı bulanlar

ev bahçesindeki otları hiç temizlemeyen bir adamın
bütün olmayanları duvara astığı
karşısına geçip geçip baktığı

trenler giriyor şehre
susuz hayalleri yürüyor makinistlerin
beni öyle rüyanın içine iten beni adem
oyuncak trenlerini kimseye vermeyen

dev gibi dev

sonra şehir kalkıp yürüdü

uzundur uyandırmadığımız dev
dev gibi parmakları devin
devinen her şey kımıldadı

üflendi yüzyılın uykusu
herkesin evinde beslediği dev
o dev uçup gitti

dev gibi sessizliği yığılıp kaldı
sıyrılınca içinden ruhu
dev gibi teni yığıldı kaldı

saklı fotoğraflarında saydam
hepsi de negatif aşkların izleri
negatif bir karanlık bıraktı bana
kalkıp bir gece geldi yatağıma
elimi sürmedim o gece deve
dokunmadım geçmişle örülü kalbine

ben çatmasam nasıl çatılırdı
bakmasam nasıl bakılırdı
neye yarardı o zaman her gün işleyen saat

rüyakâr

ehli modern
uyuyor ışıkları kapatmış
bu akşam geç dönmüş evine
yine unutmuş kontrol etmeyi muslukları
birinci gece
sabrı derleyip koyduk kenara

yeni bir haber daha yayılıyor evrene
tüm savaş suçluluları, aşk suçluları
kim anlatmadan söylüyorsa, o biraz yalan
o biraz uydurma, biraz tevekkül

birinci gece
ayaz dindi, söylemekten geri durdu duvarlar
komşularımız yeni taşındılar

bana kim rüya anlatacak şimdi görülsün gece
sabah akıtıp dursun olmamış rüyayı
birinci gece geliyorsun
birinci gece üşümekten titreyen yerlerimi tavana asıyorum

pası gördüm

gördüm kabuğuyla sırdaş elmanın
kendini dilimleyişini

yenicamii’den kalkan kuşların
rıhtlardan atışını kendilerini
kakafonisini insanın
girişi gelişmeyi sonucu
sonsuz uçlarıyla kör mızrakların
nasıl atıldığını on ikilere
hiç kesmediği için bir bıçağın
sonsuza dek kesişini olmayan şeyleri

bir avludan bir avluya taşınan ağacın
sırf kabuktan olma kabuk ağacının
gövdesi tezat cetveliyle örülü
en son kim dolanmış karnının çeperine
kim dokunmuş unutkan memelerine zamanın
onu da gördüm eklendikçe ek yerlerinden
sökülen hayat giysisinin buruşuk pililerini

ona şöyle demiştim

ona şöyle demiştim:
-bir kere çalarsa
açmayacaktım
-iki kere çalarsa
açmayacaktım
-ama üç kere çalarsa
evim evi olacaktı

o gece gökyüzü yerinde hiç olmadı

yürünmüş ipek yolları ve baharattan eczası
duyulmadı

bu yolu önceden ve sonradan yürüyenler
önden ve sondan gidenlerle
savaştılar
ne sis ne pus ne duman
her şey çıplak bir göz için
görülecek kadar netti

asılı tarihlerini okudum bakarak
görerek söyledim zencefil neye yarar
ne kadar katran tozu ne kadar kantaron
neden eski ve töhmetlidir evde zakkum

o bunları masal sandı
ben söyledim diye
o beni benden sandı

kim orda

Kim orda
Bir yanlışlık gibi her seferinde
Kendi üstünü çizen
Kendini soyan durmadan
Kırk bezirgân

Tüm günlerin ahını almaya ant içmiş
Bacağı kırık bir atı öldürmeden
yaşatmaya çalışan

“başkasının acısı” mıydı sahi
içimize tıkıştırılan
Kahramanı olunmamış savaşlar
İçi boş silah kabzaları parmaklarımızda
Ama suç
gövdeyi bedenden ayıran
kılıcı tutan adamda
sabık bir mahkum gibi
kendi hayatının avlusunda
aşağı yukarı denilebilir ya da yaklaşık bir mesafeyle hayata
bütün ilerlemeler gibi ağır ve sarsak cam tuğlalara tutunarak
kim orda

her şey bir eksikten bir fazla

her şey bir eksikten bir fazla

ufalandıkça birleşen yanlarımızda
gövdesi kemirilmişleri iyileştiriyor zaman

hırs
ıslak bir kibriti habire sürtmek gibi taşın kıyısına
kibri göğe değen ağaçların arasında
avıyla göz göze silahını satan avcı
avıyla yenik

sabahları çekiliyor akşamları açılıyor perde
kadife ağırlığında canım

kristalleşen ağlarım

kreşendo
yükseliyor işte
en altta olduğu yerden
sızarak hayatın içine
bir tutam ot oluyor
yükseliyor gövdesi kemirilmişlerin üzerinde

camın ağırlığını kıskanıyor içi dış birliğini

İçeriği paylaş

Back to top