Artık

İnsan zaman geçtikçe, epey görüp geçirdiğini düşündükçe zannediyor ki:

Artık kırılmam ya da daha az kırılırım.
Artık o kadar üzülmem.
Artık o kadar hatırlamam.
Artık daha çabuk unuturum (hatırlamakla unutmak başka şeyler).
Artık daha az acı çekebilirim bazı şeyler için.
Artık yaralar daha çabuk sarılır, ne de olsa zırhlar değiştirilmiş, en kötüsü yamanmıştır.
Artık budanmış dallarımda daha çok çiçek açar.
Artık kimse o kadar acımasız olmaz birbirine karşı.
Artık bir sökükle tamamen heba olmaz hiçbir şey.
Artık özlemem.
Artık özlenmesem de umurumda olmaz.
Artık bir şarkıdan, bir filmden, bir kitaptan o kadar etkilenmem.
Artık hiçbir şeye şaşırmam.
Artık geriye bakmam.
Artık zamanla yarışmayı bırakırım.
Artık o kadar derin iç çekmelerim olmaz.
Artık kimseyi öyle sevmem.
Artık kimse de beni öyle üzemez.
Artık birilerine güvenmeye başlayabilirim.
Artık kimseye güvenmem.
Artık kanmam.
Artık geçmişi unutabilirim.
Artık hayatı ölümle eş tutmam.
Artık adım atabilirim.
Artık pencereleri açabilirim.
Artık ağlamam.
Artık...
Artık...

gider böyle, çoğaltılabilir.

Şu "artık" sözcüğü ne çok anlam yüklü. Sanki hikâyelerin çoğu orda bitiyor ve tekrar yazılmaya da ordan başlıyor.

Hiç de böyle yazıldığı gibi olmadığını da defalarca gördüğümüz halde, nedense bundan vazgeçemiyoruz. Ömrümüz sanki kapattığımız her kapıya karşılık açılan yeni bir kapının içinden geçince karşımıza çıkacaklar ve sonra yeni kapatmalar, açmalarla örülü. Ortak hikâyelerimizin aslında hangimizin hikâyesi olduğu belirsiz. Hele o uzun zamanların bir çırpıda değer kaybediverişi bellekte. Sanki hiç de o kadar süre geçmemiş gibi, bir çırpıda küçümsemeler...

Gidiyor, gidiyor, gidiyor ve sonra, eninde sonunda eve dönüyoruz, bir evimiz olmasının yarı buruk sevinciyle. Artık.

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Back to top