Bir şeyin içinde kaybolmak

in

Bir şeyin içinde kaybolmak, körlük yaratır mı? Mutlaka. Ama neye karşı?

Bu soruya daha iyi cevap verebilmek için bazı şeyleri ayırt etmek gerekir. İlk olarak kastettiğim fiziki bir şey değil. İçinde kaybolduğumuz şeyin bir nesnesi olabilir elbette ama içinde kaybolmanın kendisi tamamen düşünmede kaybolmak. Öyle bir kaybolma ki "mutlaka" cevabını verdiğim körlük o şeyin, o düşünmenin dışında olan her şeye karşı gelişir. İçerde ise ancak derinliğe ulaşılır.

Tarif etmek çok kolay değil. Çünkü kullandığım kelimelerin hepsinin öncelikle yerleşik sözlük anlamları var. Şey, iç, kaybolmak. Hatta böyle bakınca ve koparıp birbirinden ayrı yan yana getirince ürkütücü bile görünüyor.

Öte yandan bir şeyin içinde kaybolmanın ürkütücü bir yanı yoktur da diyemeyiz. Ama her alanda derinliğe hasret kaldığımız bu çağda, her şey yüzeyde hareket ederken (insan dahil) ürkütücü olabilecek bu derinliğe insan sadece özlem duyabilir. Yahut benim gibi düşünen bir insan özlem duyabilir.

Bir şeyin içinde kaybolmak, onun tüm boyutlarında, tüm sorularında, tüm çıkmazlarında düşüncenin varabileceği her yöne açık bir şekilde. Onunla yatmak, onunla kalkmak onun düşünülmemiş yanlarını düşünmek, zorluklarını aşabilmeyi, aşabildiğin yerlerde ondan ve halinden haz alabilmeyi bunun ödülü olarak görüp daha da ileriye gidebilmek. Hiçbir şeyin seni dağıtmasına izin vermeden, yönergelerle, kolaylaştırıcılarla, pratik ve kestirme yollarla, özetlerle, başkalarının düşündüklerine tek dayanak olarak bakmadan, onu kendi zihninde gezdirmek... Belki de seni -olumlu anlamda- esir almasına izin vermek yani katı olmadan onun etkilerine açık olmak. Baştan sonuçlar ortaya koyup bu sonuçlara ulaşabileceğin deneyler yapmamak, onu bir teze, kanıtlanabilir bir şeye dönüştürmemek.

Evet, tam da kulağa "bilimsel düşünmemek" gibi geliyor. Yani yine Heidegger'in kulaklarını çınlatırsak, hesaplı/hesapçı düşünmemek, anımsayarak hatta şükrederek düşünmek.
Hepimizin çok-yönlü, çok-marifetli, çok-işli olması sanki kaçınılmaz bir yaşama mücadelesi ya da bir ayakta/hayatta kalma şekli gibi kanıksanmış görünse de herhalde hayattaki en güzel şeylerden biri her zaman olamasa da böyle bir şeyin içinde kaybolma günleri, ayları, dönemleri. Buna itilmeden, mecbur bırakılmadan, tamamen rızaya ve arzuya dayalı bir şekilde yapılabildiğinde - taşıyabileceği bütün risklere ve dış-körlüklere rağmen - olağanüstü bir deneyim gibi geliyor bana. Hele de bir şeyde derinleşebilmenin güzelliğiyle... (asla uzmanlaşmanın değil).

Belki günümüzde her şey çok hızlı olduğu içindir, belki her şeyin acelesi olduğu için, yetişecek bir takvimi olduğu, yapılacak daha iyi şeyleri olmadığı için, belki doğal ve gerekli bir ihtiyaç olmadan, sadece imkânların kat kat yığılmasıyla, her gün bir şeylerin "daha iyisi", "daha yenisi", "daha gelişmişi" üzerimize boca edildiği için, sanki ihtiyaç olmasa bile o imkânlar kullanılmalı, o "yeni"ler denenmeli ve daha onlar "eski"meden bir başka "yenisi"ne geçilmeli ilkesi bir yasa gibi işlediği içindir. Belki o sahip olduğun şeye sahip olmanın hayatına sahici bir katkısı olup olmamasının hiçbir önemi kalmadığı, hatta böyle düşünmenin yerinin bile olmadığı içindir. Hiçbir zaman eldeki yeterince her yönüyle bilinmediği, yetinilmediği, yani gerçekten eskitilmediği içindir, belki her "yeni"nin sihirli bir değnek gibi her şeyi yenileyeceği sanrısıdır - ki başka ne olabilir - .

Yani bir şeyin içinde kaybolmak, her şey bu kadar çokken, kat kat, milyon milyonken tek bir şeyle içli dışlı olabilmek tuhaf bir şekilde, "eski moda" bir düşünme şekli olarak görülecektir herhalde. Nereye koştuğu belli olmayan bir çağa yetişmek için koşarken neleri bilmeden geri bıraktığının farkında olmadan, herkes koşuyor benim de koşmam lazım diyerek koşmaktansa, belki bir noktada takılıp kalmak, belki yan yollardan birine sapmak daha iyi bir şeydir. İşte bu yüzden, olması gereken şey, özlenen bir şeye dönüşüyor çünkü bir uğursuz mıknatıs insanı her zaman aksi yöne doğru cezbediyor.

Ama kesin olan, "bir şeyin içinde kaybolma"nın, bir şeyin uzmanı olmak gibi şeylerle hiç ilgisi olmadığı, mekanik olan hiçbir şeyle, içeriden gelen talimatlar dışında, hiçbir buyrukla, kuralla, yasayla, ödevle, gereklilikle, herhangi bir şekilde "yarar sağlamak"la hiçbir ilgisinin olmadığı. En azından benim düşündüğüm şekliyle.

Belki Nietzsche'nin şu sözüne daha yakın:

man muss Flügel haben,
wenn man den Abgrund liebt

kanatları olmalı insanın
uçurumu seviyorsa

Kaynağımızı da verelim: https://www.deutschestextarchiv.de/book/view/nietzsche_zarathustra04_189...

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Back to top