Harf Divanı için Mesut Aşkın’la Söyleşi

Sevgili Mesut, 1997 yılında İnsancıl Yayınları’ndan çıkan Çocuk Gülünce ve 2004 yılında Papirüs Yayınları’ndan çıkan Üç Ayın Kırk Ayini şiir kitaplarının ardından yeni kitabın da bir süre önce Artshop Yayıncılık’tan çıktı: Harf Divanı… 

1-Hemen kitaplarının adından yola çıkarak sormak istiyorum. Üç ay, kırk, ayin, harf ve divan… Her bir sözcüğün durduğu, karşılık geldiği ve kabul gördüğü bir yer var. Bu anlamda bizi daha başlangıçta mistisizme davet ediyor gibi görünüyor. Şiirlerin bütününe baktığımızda da hem tercih ettiğin sözcükler hem şiirlerin oluşturduğu atmosfer aynı şeyi duyuruyor. Buradan bakınca senin kendi şiirine bakışın nasıl?

Görme biçimi, içinde bilme biçimini de barındırır. Buradan bakarak, önce mistisizmin ne olduğunu az da olsa bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. ’Mysticism’, Yunanca ‘mystikos’ yani Eleusis gizemlerine ‘katılan kişi’ ve gizemlere katılım anlamına gelen, ‘mysteria’ terimiyle ilişkilidir. Kökeni Yunanca’da dudak ve gözleri kapamak anlamına gelen ‘muein’den geldiği yönündedir. Eleusis gizemlerinden daha çok Neoplatoncu manevi hakikat veya tanrı ile doğrudan deneyim, sezgi veya içe bakış yoluyla özdeşleşme veya yeni bir idrak düzeyine varma anlamında kullanılmaktadır. Bu deneyim yoluyla bilgeliğe varılır. Bu tanımlamanın ardından bana yönelttiğin soruyu, yukarıda altını çizdiğim sezgi kelimesiyle mistisizme belki bir bakışım var, ama kelime karşılık olarak ruh ise eğer, bunu o anlamda kullanıyorum. Onu yazarak yaratan biri olarak, ona bir vücut veriyorsam, sezgilerimle dile müdahale ediyorsam, yaratıcı olan benim ve okurun gördüğü mistisizm de ulaşmaya çalıştığım tanrı da benim. Kitaptan bir şiirle örnek vererek noktayı koyalım:

  .........

ey beni yaratan

çavlan o çağlayan ol

dediğimde var olan

kelime

..........  

 

2-Kutsal kitapların ve metinlerin hemen hemen tamamında şiirsel bir dilin kullanıldığını görüyoruz. Elbette şiir ve şiirsel aynı yere düşmüyorlar ama senin şiirlerinde de ayet ve hadislere göndermelere, alıntılara rastlıyoruz. Hemen hemen Divan Edebiyatının tamamı da dinsel ögelere özellikle de tasavvufi kavramlara göndermelerde bulunuyor hatta çoğu zaman olduğu gibi alıyor ya da şiirleştiriyor. Kendi şiirinle bu yapı, hayata bakışınla tasavvufi bakış arasında bir bağ kuruyor musun?

Sevgili Derya, sorularının içinde barındırdığı sözcükleri, Marx’ın diyalektiğine inanan biri olarak baktığımda, bu kavramları tanımlayarak yanıtlamam gerektiğini düşünüyorum. Onun için önce tasavvufa bir bakalım. Bu sorunun ilk soruyla ilişkisini daha doğrusu ilişkisizliğini tanımlayarak başlayalım, kavramları netleştirmek için. Mistisizm ile tasavvuf arasında herhangi bir ilişkinin olmadığını hatırlamak gerekir. Mistisizm Hristiyanlığa mahsustur. Mistisizmin hedefi amacı, sevgidir. Tasavvufun ise akıl ile kavranamayan Allah’ın varlığını kavramaktır. Mistik kişi edilgendir ve kendisine verilenle yetinir. Tasavvuf ise bir amaca yönelik olarak şeyh önderliğinde müritler yaratarak sürekli ilerleme amacını taşır. Bundan dolayı mistizmde şeyhler yoktur, dolayısıyla müritler de. Bu bilgilerle yazdıklarıma bakarsak, yazdıklarımda kullandığım dil, bu coğrafyada evimde, sokakta, toprağımda konuşulan yazılan dille, hemhal olduğum. Ölülerimle, hastalarımla, ölme halimle yaşayan biri olarak, en çok doğadan alacaklı olmadığımı biliyorum. Doğaya karşı haddimi bilirim. Benim tanrım doğadır. Bu anlamda içsel bir yürüyüşüm tabii ki var. Ama bu o anlamda bir tanrıya ulaşma varma isteği değil. Gelelim sorunun benim için ikinci yönüne, tasavvuf şiirine. Tasavvuf şiiri, hece ölçüsüyle ya da aruzun heceye yakın yalın kalıplarıyla yazılmış ve nazım birimi dörtlük olan bir şiir biçimidir. Benim şiirime baktığımızda ise, modern şiirin vazgeçilmez biçimlerinden biri olan ‘artlamalı’ dizeyle yazdığım görülecektir. Dolayısıyla şiirimle bu yapı arasında bir bağ kurmam mümkün değil. 

3-Yine kitabının adının “Harf Divanı” olmasına karşılık neredeyse tüm kitapta kelime’den söz edildiğini görüyoruz. Seslenişler “Ya kelime!..” ye gidiyor. Ben kişisel okumamla kelimeyi bir “Harf Divanı” olarak algılıyorum. Harf, kelime, şiir.. Sende nereye denk düşüyor?

Nesnel dünyadan tut da gördüğümüz rüyalara kadar sembolik olandan, elle tutulur olan her şeyi, kelimeyle ifade edip adlandırıyor, tanımlıyoruz. Şiiri kelimeyle kelimelerle yazıyoruz. Bu kitapta benim bir tapınma durumum var. Evet, ben şiir yazan biri olarak kelimeye biat ettim, ondan medet umdum. Seslenişim, yakarışım varlığa, kelimelere; olmayana değil. Yani inanmadığıma değil, inandığıma. Kelimeye biat ederken, ona olan borcumu ödemek istedim. Divan’ı iki anlamda kullandığımı biliyoruz. Aklıma, kalbime ve yaşama dökülmüş harfleri, kitabımda topladım. Divan toplanılan yer anlamını da taşıyorsa, o harfler kitabımda toplanarak kelimelerle, kelimeyle bir anlam kazandılar. Bunu yapmaya çalıştım. Harf, kelime, şiir bende ‘nereye’ değil, daha çok ‘neye, kime, hangimize’ denk düşer dedim, diyorum. Verili dünyanın sunduklarıyla yetinmeyenin kalbine, omuzlarına, boşluğun her yeri doldurmadığı yere, en azından kalemden kağıda düşer.                    

4-“Ey kelime-i harf, yazı ve dil

  Köprü müsün aklımdan kalbime inen” Bu dizeleri okuduğumda, hepimizin başına bela olan akıl ve kalp çatışmasını başka türlü bir kez daha gördüm… Şiir için araf’ta olma hali diyebilir miyiz? Sevgili Derya, bu soruna bir şiirimle yanıt vermek istiyorum:

 ateşte kül

yarada sestim dedi

eğildim eğildim

 

aklıma indim

kendimi gördüm

dedi

bir deli

 

öyleyse

öyleyse vaktidir

 

 öldür

öldür kendini

 

ya mesut

 

Bu kitapta mesut ölmüştür. Mesut bir kelimedir. Kelime- ruh ise, o ruh o kitap da vücut bulmuş, Mesut Aşkın tarafından öldürülmüştür. Arafta olma halinde olan da şiir değil, şairin kendisidir. 

5-“Yüzünü doğuya dön

  Bütün kalpler ordadır” Zil-Zal-öteki şiirinden iki dize… Doğu ve batı kavramları nerede durduğumuza bağlı olarak görece kavramlar. Ve bize belletilen, batının, doğu dediği yerin doğu olduğu… Şiirin de doğusu ve batısı olduğunu düşünüyor musun? Benim doğum, güneşin doğduğu ve battığı yerdir. Doğu ve Batı bence görece bir kavram değil, bir durumdur. Yaşanılan, yaşatılan acısıdır bu yerkürenin. Küreselleşen dünya topuyla, tüfeğiyle toplanan dünya, doğuyu parçalayarak, toplanıyor kendi aralarında. Biz doğudakiler batı emperyalizminin korktukları, ürktükleri, görmedikleri değil, bakamadıklarıyız. Bu anlamda Doğu ve Batı benim için göreceli değil, aksine essahtır. Gelelim şiirin doğusuna ve batısına. Senin de kalbini bildiğim için şunu söylüyorum sevgili Derya, Furuğ Ferruhzad Batılı, Federico Garcia Lorca, Doğuludur. Dünya halklarının kardeşliği, şairlerin kardeşliğiyle başlar. 

 

6-Son olarak, şiir dile ne yapar ya da şair, şiiriyle dil arasında nasıl bir bağ kurar?

Şiir, dile dil katar. Bir biçim, bir biçemle yaratıcılık katar. Dilin essah gücünü gösterir, verir sunar. Uyuyanın değil, uyanık olanın dilidir şiir. Bir başka görme biçimidir. Orada bir başka dünya yaratır, kurar. Şairini ve okurunu o dünyada sunulmuş biricik şeylerle yaşatır. Nefes almasını, en çok da vermesini sağlar. Ol bu dünyadan gitme vaktini geciktirir, şiir. Teşekkür ederim, okuyanın aklını kurcalayacak sorular sorduğun ve zamanın içinde, bana ve şiire vakit ayırdığın için.   

Back to top