nşa
artık öğreniyoruz bir çukura düşmeden geçip gitmeyi
kaldırımlarda yürüyen ayaklarımız 35, 36, 37
otomobiller kırmızıda duruyor, sarıda her şey hazır
yeşilde hepimiz ilerliyoruz
o zaman anlıyorum
nasıl olur bir kaza ve nasıl alınır ağır hasar
yürüyoruz çoluk çocuk, orta yaşlı, ihtiyar
mağazalar birazdan kapanacak
işportacılar geçecek iş başına
parça başı biraz pahalı
üçümüz bir arada hele beşimiz daha ucuza geleceğiz
kim alırsa bizi
kim geçirirse başından bu dar boğazlı kazağı
imiğine basacağız, nefesini keseceğiz
dokumuz tenine iliştiğinde
vitrinler haftabaşı değişecek
mankenler aynı kalacak
bu mankenler dolapdereli mankenler
orda bir adamın bir gece sabaha kadar seviştiği
ve korunmasız ve korkusuz ve aldatmaksızın
kendinden başka kimseyi, bu mankenlerden biri
yarenlik etmişti sabaha dek
hatırlamak unutmanın kardeşi
yürüyoruz
her şey normal
köşebaşlarında diğer yarımını bekleyen yarımlar
kolbaşlarında saatler beş dakika geri üç dakika ileri
irandan bir setar, amerikadan birkaç kızılderili
sipariş etmiş büyük şehrin belediyesi
büyük sokakların başını tutmuş united colurs of benetton
sonra iskender’in “ben ettim sen etme çiçeği”
sonra damping var kitapta, aşkta, insanda
sonra mevsim geçiyor, sezon bitecek
sonra yazlık her şeyi kaldıracağız bazalara
sonra artık sokakları terk edecek masalar
her şey normal, yolunda
yolunda yürüyen her şeyi düşünüyorum
üstümüze düşecek sandığımız flamalar ve daha yeni biten
bir serginin afişi… görmediğim bir şeyler görmeyeceğim
yerlere götürülecekler. görmemiş olmak özlemeye
teğellenmiş. ara sokaklarında dükkanlar dizilmiş dükkanlar
ikiz ve inceltme işaretsiz
inceltilmiyor artık ne asfalt ne köşe taşları kaldırımların
ve insan insaf inkar ve ihtimal ki bu gece de gelmeyeceksin
o zaman geç kalmak her şeye geç kalıyor
o zaman istanbul bir köy oluyor
sen o köylü değilsin
o zaman bizim köprülerimiz bizi eve götürmüyor
bizim eve bir köprüden geçip de gidemiyor insan
yapıştırıcı arıyorum, uhu, pritt, 404, ağaç tutkalı
yok diyor adres sorduğum bir adam
böyle tutunulmaz, böyle tutturulmaz kopmak üzere
olan bir yaranın kabuğu
her şey normal diyor bakıyorum her şeyin normal olması
bile normal
demek artık biz büyük kentin büyük meydanlarında
bir tramvay durağına bırakmışız kendimizi
vatmanda melankolik bir gülümseme
vatmanda tuhaf denilebilecek bir sevinç
batıyor etime
o zaman geç kalmak bir şey olmuyor artık
yetişmek bir şey olmuyor
yetmiyor ya bir, iki, üç.. yok dur sayma ona kadar
uykun gelmemişse öyle de uyunmuyor
yastığın tanımıyor seni bazen
yastığın düşüncelerini kıskanıyor
kıskanç bir yastık diyorum? ıııhh diyor, bu normal değil
ama benim var diyorum? ıııhhh uydurma diyor
oysa hep uyduruyorum renkleri birbirine
turuncuyu sana yakıştırıyorum turuncu lav rengi
altından cinnetlerin, gecelerin, ingilizce adres soranların
hiç ummadığın zamanlarda karşına çıkan eski bi şeyin
rengi
onun gözlerinde olan eskiden kalan bi şeyin,
senin toplayıp çöpe attığın kırılmışların rengi
yarımdan olmaların
o zaman normal diyorum ben varım ve sen yoksun
ben varım diye yoksun ve o zaman bu normal diyorum
bu normallik bu normal şartlar bu normal gökyüzünün
altındaki bit yeniğini, ne kadar arasam bulamıyorum
diyorum. “normal” diyor.
kesme bardakların kristal avizelerin
bone china bir takımın ve hep sönmeye meyilli bir abajurun
fıstık yeşilinin, neftinin, gözlerinin bile
bakışına normal diyor
sonra anlıyorum
elektrik faturasından, alışveriş fişinden
bir ekstreden bile bulabilecekken neysen
yanlış yerlerim ağrıyor hep
yanlış yerlerime yanlış tuzlar yanlış prizlere
takıyorum fişleri… bu da normal
ben sana iyi olucam hep sana nasılsın
iyi geceler, günaydın, biraz geçse
tünaydın olucam, kuşluk vakti, ikindi
yatsı da sana gelicem, sana kalkıcam ben bir böyle
telaşlı, sana niyet edicem uyumaya
bir senin rüyana girmeye kararlı
bir bu kadar sana akıtıcam inat ırmağını
bir sana yapıcam bunları bir ben yapıcam
bir başıma, bir nokta koymadan bir durmadan
o zaman normal saatin ilerlemesi
saatin içinde karıncalanan ve her yeri uyuşan akrep
hayır ben değilim o yengeç
ben değilim kapıları çalıp kaçan
ben değilim seni dar vakitlere sıkıştıran
seni çağıran ve git diyen değilim ben
gel diyenim bir tek
bir tek sana
sonra yine hatırlıyorum
büyük bir şehirdi burası
ben büyükşehirliydim
benim takımım büyükşehirspordu
biz her maçta galip gelendik
biz hep trübinlerdeydik
en çok biz bağırırdık
en çok bizim sesimiz kısılırdı
biz hiç berabere kalmazdık
ya yenerdik ya da yenerdik biz
sonra en büyüktü bizim takımdı
en kırmızıydı en çoktu en kalabalıktı
bunu el nerden bilecekti
hepsi karşı takımdı
bizim kulaklarımıza kar yağardı biz tipiye tutulurduk
biz tutkunduk da bizim kaleci en gol yese de belli etmezdi
biz hiç belli etmezdik bizim tezahüratımız en çok tezahür edendi
halk bunu nereden bilecekti
biz en bilendik halk da kimdi
tüm kamplarında ve tüm hazırlık maçlarında
bizim direktörümüzün tekniği mükemmeldi
bizim yedeklerimiz en yedekti biz onları da severdik
biz doksanıncı dakikaya aşık
biz penaltına neden dokuz kusurlu taraftar
dokuzumuz birden sahaya inerdik
dokuzumuz birden çıkardık taca
bir korner neyimize yetmezdi bizim
hem biz büyükşehirsporluyduk
en yetinendik en yılmaz hala umudumuz gelecek maç
bizim hasmımız bizim öcümüz bizim alınmamaktan paslanmış
intikamlarımız bizim evsahiplerimiz bizim tartıda hile yapan manavlarımız
eti en yağlı yerinden veren kasaplarımız vardı
kabarık ekstrelerimiz
ödenmemiş en az iki faturamız
canı sıkılınca atan sigortalarımız
hiçbir halta yaramayacak hayat sigortalarımız
dalından dökülmüş dutlarımız, çatalkaramız
biz bunları sevdik en çok
en çok bunlara bağırdık
en gizli yerlerimizden çıkardık ayıp sözlerimizi
en kazandık biz olmayacak yerlerinden kazandık
karşıtakım da kimdi, nereden bilecekti
en canını verendik biz, büyükşehirliydik..
23 ağustos 2009
- 3279 okuma
Yorumlar
Yeni yorum gönder