Yayın Dünyamız dergisi için yapılmış bir röportaj

Say Yayınları'nda çalıştığım dönemde yayınevi adına yapılmış bir röportaj çıktı arşivlerden. Aktaralım:

Tarih: 1 Ağustos 2012

Editör olarak, kitabın hazırlanışının bütün safhalarında tecrübelisiniz. Sizi bu mesleğe yönlendiren etkenlerle beraber kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Sizin de iyi bildiğiniz gibi tecrübe zamanla oluşan bir şey. Elbette ilk temas bir okur olarak başlamıştı küçük yaşlarda. Sonrasında şiirle ilgilenerek, şiir dergisi yayımcılığıyla, bir yandan da özel sektörde çalışarak yaşadım uzun zaman. Ama kitaplarla ilişkim her zaman olağandışı oldu. Hem okumak, hem kütüphane oluşturmak, hem izlemek anlamında yayıncılık sektörüne girmeden önce de kendime göre bir birikimim vardı. Ancak fiili olarak kitap editörlük yapmaya başladıktan sonra öğrendiğim şeyler tam da bir “meslek” anlamında “editörlük”ün ne demek olduğunu bana farklı şekilde gösterdi. Kitaba, bir kitap sayfasına, kapağına, noktalama işaretlerine bakmanın çok farklı bir boyutunu yani. Ki hâlâ da bu sürecin bir yanıyla devam ettiğini söyleyebilirim. Yaptığım işi seviyorum, çünkü kitapları seviyorum.

Aralık 2009 yılında Ankara’da yapılan Beşinci Ulusal Yayın Kongresi’nde, editörlükle ilgili bazı kararlar alınmıştı. Bu kararların, uygulamaya yansımaları oldu mu? Editörlük mesleğinde başarı için tavsiyeleriniz nelerdir?

Bildiğim kadarıyla bu kongrede editörlük anlamında bilimsel editör, dil editörü, tasarım editörü, çeviri editörü gibi ayrı alanlar öngörülmüştü. Ancak uygulamada hem yayınevleri açısından hem de editörlük alanına özel bir eğitim sistemi oluşmadığı için, bu uygulamanın önerildiği şekilde gerçekleştiğini düşünmüyorum yaygın olarak. Bilimsel editörlük daha çok “danışmanlık” anlamında; çeviri editörlüğü, yabancı dil hâkimiyeti olan editörlerle ve dil editörlüğü ise yine editörün dil bilgisine dayanılarak yürütülüyor. Kısmen uygulamaları olduğunu da biliyorum ama birebir uygulandığını düşünmüyorum.

Dolayısıyla editörün birden fazla şey olması gerekiyor. Kitap araştırma, çevirmenle ve yazarla ilişkilerin takibi, redaksiyon, editörlük, mizanpaj ve kapak tasarımı kontrolü vs. gibi.. yani bir kitabın ilk tohumunun atıldığı andan, kitabın çıkışından sonraki aşamalara kadar bugünün koşullarında bir editörün uzun bir yolu var. Kitabı sevme, işini sevme, nerdeyse aşırı dikkat ve iç disiplin şart gibi geliyor bana.

Kitap seçiminde ve kitap hazırlık aşamalarında neleri göz önünde bulunduruyorsunuz? Takip ettiğiniz disiplinden bahseder misiniz?

Belirli bir alan için kitap seçimi yapacağımda öncelikle mevcut kitapları doğru incelemeye çalışıyorum. Önemli ama henüz yayınlanmamış kitaplar ve değişen ilgiler, yeni akademik branşlar ekseninde, yahut daha önceki yıllarda yayımlanmış ama yeniden basılmamış kıymetli eserlerin yeniden yayımlanmasını da çok önemli buluyorum. Öncelikle dosyayı kabaca inceleyerek sonrasında yazara ya da çevirmene karşılıklı nasıl bir yol izleyebileceğimize dair bir mesaj gönderiyorum. Genel olarak aşamalar hakkında, tahmini tarihlerle beraber bilgi veriyorum. Okuma sırasında hem düzeltme, değişiklik ya da olası ek bölümler bilgiler vs. ile ilgili notlar alıyorum. İster yazar, ister çevirmen olsun özellikle metinde yapmayı düşündüğüm değişiklikleri doğrudan değil, gerekçeleriyle beraber bilgi vererek ve mutlaka onay alarak yapıyorum. Bunun hem ilişkiler hem de kitabın akıbeti konusunda en sağlıklı yol olduğunu düşünüyorum. Ve sonrasında da mutlaka baskı öncesi iç kısım ve kapak tasarımıyla ilgili PDF gönderiyorum.

[…]

İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün İstanbul genelinde uygulamaya koyduğu (bu proje Türkiye genelinde de uygulanacak) “Yazarlar Okullarda” projesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin kamu ve özel kuruluşlara sunduğunuz projeleriniz var mı? Bunlardan kısaca bahsedebilir misiniz?

Çocuk ve ilk gençlik kitaplarımız, ağırlıklı olarak yetişkinlere yönelik olan tüm yayınlarımız içerisinde ön sırada olmadığı için, bu tür proejelere uygun bir yapımız yok. Ancak dönem dönem çocuk kitapları yazarlarımız okullarda söyleşilere gidiyorlar ve çocukların okuduğu kitabın yazarıyla temas etmesi, ona sorular sorması her anlamda katkı sağlıyor. Yeni uygulamayla beraber, farklı projeler geliştirmemiz de söz konusu olabilir.

Yayıncılar başta olmak üzere; matbaa/ciltçiler, dağıtıcılar, kitapçılar, kütüphaneciler işini iyi yapabiliyor mu? Yazarlar başta olmak üzere, yayıncılık ve uzantısı meslek mensuplarından (kağıtçı, matbaa/ciltçi, dağıtıcı, kitapçı, kütüphaneci) beklentileriniz nelerdir?

Bir kitabın aslında temelde 3 aşaması var. Yayınevi öncesi, yayınevi aşaması ve sonrası. Yayınevi öncesi aşamada eğer kitap proje aşamasında başlatılmış ise daha sorunsuz, tamamlanmış bir kitap olarak öneri şeklinde gelmişse daha sorunlu bir aşama yaşanabiliyor. Hazırlık aşaması da diyebileceğimiz, kitabın yayınevindeki macerası eğer yazar ya da çevirmenle iletişim anlamında bir problem yoksa her şekilde çözülebiliyor. Yayınevi sonrası aşama ise, en az buraya dek olan kısım kadar önemli. Çok emek verilmiş bir kitabın baskı aşamasında sorunlu olması, mesela baskının kalitesi, kesimlerin problemli olması, sırtın kayması vs. gibi sorunlar olduğu zaman, ne yazık ki sakat bir kitap doğmuş oluyor. Açıkçası bu yüzden de kitap matbaadan gelene dek (sağ salim) bitmiş gözüyle bakamıyoruz. Burada önemli olan üretim aşamasında bir kitabın “herkesin” olduğunun unutulmaması. Buna yazardan başlayarak, çevirmen, editör, grafiker, kağıtçı, matbaacı, ciltçi dahil.

Say Yayınları aynı zamanda kendi dağıtım şirketine sahip olduğu için, açıkçası pek çok yayınevinden bu anlamda daha avantajlı olduğumuzu düşünüyorum. Dağıtım problemlerini saklı tutmak koşuluyla, en azından kitaplarımızın dağıtım yolculuğunda hem miktar hem de gidişat anlamında kontrol edebiliyoruz.

Edebiyat ödülleri karşılığını buluyor mu? Korsan kitabı nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok satan kitapların tespitine bakışınız nedir?

Bireysel olarak ödüller konusunda bütünüyle olumsuz düşüncelere sahibim. Bunda ödül sisteminin işleyişinin de etkileri var, “ödül”ün yazar ya da şairler üzerindeki enteresan etkilerinin de. Mantık olarak bir edebiyat eserinin olasılığı karşılığı ancak okur tarafından verilebilir diye düşünüyorum. Ama tarih, bunun böyle de olmayabileceğinin örneklerini sunuyor bize. Korsan kitap yazarından yayınevine kadar ilgili her noktaya indirilen bir darbe gibi. Ama bazen de korsan kitap alan bir okuru düşündüğümde aklımdan şu da geçiyor. Korsan kitap konusu iki cepheli. Birinde bu işten kolay yollu para kazanmak isteyen insanlar var, diğer cephede okumak istediği kitaba daha az para vermek isteyen ya da belki ekonomik gücü ancak buna yeten korsan kitap alıcıları, yani okurlar. Bunu neden yapıyor sorusunu sorduğumda gelen cevap, “kitap okumak için” olduğunda, bu konunun da devlet (vergiler, yayınevlerine yüklenen ek maliyetler vs.) ve yayınevleri tarafından (özellikle kitap fiyatları) göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bunlar fazlasıyla tartışmalı konular.

Çok satanlar listelerini doğal olarak takip ediyoruz. Listeyi her seferinde daha da ilginç buluyorum. Çok satanların çok okunup okunmadığı konusunda emin değilim. Örneğin Mevlana’nın bizzat yazdıkları varken, onun üzerinden hazırlanan bir kitabın çok satması ya da Mevlana bu ülkede çok okunuyorsa, bunun ilişkiler ve hayata bakış anlamında toplumsal yansımalarının neden aynı oranda olmadığını merak ediyorum. Dolayısıyla editör olarak ilgileniyorum ama bireysel olarak bu listeler benim çok uzağımda kalıyor. Bu biraz da tercih edilen yayıncılık anlayışıyla ilgili. Uzun yıllar boyu satılacak kitaplar mı yapmak istiyoruz yoksa çok satacak kitaplar yakalamak mı?

Yayıncılık ve uzantısı meslekler arasında iletişim zemini oluşturmak, problemlerin tartışılacağı bir platform olma gayesiyle yayınlanan “Yayın Dünyamız” dergisi hakkında neler söylersiniz?

Böyle bir zeminin oluşturulmuş olması sanıyorum sektörün tüm noktaları için fayda sağlayacaktır. Çünkü yayıncılık çok boyutlu bir sektör.

En son hangi yazarın kitabını okudunuz? Eser hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

İşle bağlantılı olarak Allan Megill’in Aşırılığın Peygamberleri adlı kitabını okudum. Nietzsche, Heidegger, Foucault ve Derrida’ya ayrılmış dört bölümden oluşan önemli bir kitap. Daha önce farklı bir yayınevinden ilk baskısı yapılmıştı. Bundan sonra Say Yayınları tarafından yayımlanacak. 19. yüzyıl sonu ve 20. Yüzyılın başında hem kırılma hem yeniden inşa anlamında bir filozof olan Nietzche’den başlayıp Derrida’ya kadar gelen tarihsel hatta estetik, sanat, özellikle “kriz” konuları bağlamında Megill, kendi özgün okumasını ortaya koyuyor. Ayrıca, Tuncay Birkan’ın çevirisiyle kitap her anlamda kendini tamamlamış oluyor. Tam “okumalık” diyebilirim.

Sorularımızı içtenlikle cevaplandırdığınız için teşekkür ederiz.

Back to top