Arşivden: Derya Önder Şiiri
2008 yılında Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nin bahçesinde, iç salonlarında ve Sanat Cephesi'nin 29. sayısında Efe Duran'la "Genç Şairler Genç Şairleri Eleştiriyor" başlığı altında, her seferinde iki genç şair davet ederek dizi söyleşiler yapmış, Sanat Cephesi'nin 29. sayısında, Eylül 2008'de, bir de bu konuda dosya hazırlamıştık. Genç şairler genç şairleri yazmıştı. Bugün düzenlemeler yaparken o sayıda kalan bu yazıyı da buraya eklemek istedim.
Derya Önder Şiiri
Eda Keskin
“kurtuluş sokaklarında rüzgâra karşı çıkan saçlarım/ dolapdere'ye düşen bir yalnızlığa dönüşüyor/ çıplak mankenler karşılıyor beni sabahları/ ve işçilerin mazot karası elleri/ ceplerinde şeker olmayan tulumları onların” (2002, s. 10)
Şair, şiirdir. Şair şiir olur da, yazılır şiir. “Şiir bizi sevmez, şiir olur yazılır. Aşk bizi sevmez, aşk olur yazılır” (Haldun’a sevgiyle). Derya da demiş ki, “sen aşkı ne zannederdin kim bilir/ boğulurken bir çocuk su kuyusunda/ genzinde harşerin hırıltısı” (2008, s. 27). İlk şiir kitabı Ceza Defteri (2002)’nin ilki “Muhtelif Hüzünler Geçidi” (Ceza Defteri) bir şiiri anlatıyor. Derya şiirini. İstanbul’la kavga eden, ona aşık bir isyanla kendine dönen, kendinden yeniden kendine varan bir şiir bu. Yolculuğunda kenti de, insanı da yanı başında taşıyan, insan gözleriyle onu dünyayı şiir yapan bir bakış. Olmak istediğim şiire çok yakın bir şiir Derya. Sokağı, insanı, işçileri, bakkalın karısını, sokak poğaçasını, annesiz çocukların mayısa isyanını söylüyor. Şehrin içinde pencereden içeri girecek bir hayatın özleminde bekliyor şiir, “zehirli bir zakkum” bile olsa doğayı istiyor odasına, “kanatlanmış kelebeği”, “görmediği gelinciği” (2002, s. 10-11). Bu şiir, çıkarıyor haritasını şehrin, kendi gözünden bize geri sunuyor.
Taksim’den, Galatasaray’a, Tünel’e, Eminönü’ne, Sarayburnu’na kendi hüznü ve şehrin inadına güzelliği çatışıyor içinde. İroniyle bir kendine soruş, oluşan sonunda: “İnanmak ne zaman lükse dönüştü” (2002, s. 12). Ümitsiz bir aşkın tamamlanmama olasılığıyla ikiye bölünmüş bir kalptir artık, hüzün veren şehrin de bunda katkısı vardır kuşkusuz (2002, s. 13). Orhan Veli Kanık’ın “beni hep bu güzel havalar mahvetti” dizesi gibi, aynı İstanbul’dur farklı zamanda, Derya’nın yarasını besleyen: “bu kentin de suçu var gözlerim mezarlık taşıyorsa/ bu gökyüzünün de” (2002, s. 14). Kent doğadan ibaret değildir, insanlardır da, sistemdir de; isyandır şiir kente. Sevgilinin bıraktığı yalnızlık ve ayrılık acısıdır Derya’yı ölüme bağlayan: “senin de suçun var”, “bu kentin de suçu var beni ölüme bağlıyorsa hayat/ sizin de arka sokaklar kadar” (2002, s. 14-15).
Saksıdaki çiçeğin ölümünü gören, camın davetkârlığını kendine soran bir yıkılmışlığa karşı kendinden kaçmanın şiiri yazılır (2002, s. 16). Bu şehir soysuzluğun da yuvasıdır, insana soyundaki soysuzluğu doları, markı avuçlatan; karşılıksız çeklerle yargılanmanın karşılığını taşıyan adamı da dile getirir şiir (2002, s. 17). Kent, dünyayı, ayışığını, her yere akan suyu suça bulayan büyük bir suçtur; dilencileriyle de, esirgenen selamlarıyla da (2002, s. 18).
Derya çocukların suçunu alır kendi üzerine, “Onlar masum” der (2002, s. 18). Tırnaklarının arasındaki kire yakışır sözcükler, çünkü sözcükler de kirletilmiştir; hep bir amaca yöneliktirler; “hedefine kilitlenmiş bir roketatar”dır artık sözleri insanların (2002, s. 18). Meydanlarda anneler çocuklarını arar, her meydanda bir barikat vardır, çelik zırhlı bahçıvanlardır polisler. Derya çocukları toplar meydanda, “hadi ’çocukluğumuzu istiyoruz’ diye bağıralım” der; ayrılıkçı sevgililere pankart açar (2002, s. 19). Hüzünler bedene döner, “kuytuda bir kuyu oluşturmuşsa onca nikotin”, renklerin hastalığına tutulmuş parmakları ve mısır püskülüne benzettiği saçlarıyla maviyi ve yeşili arar şiir (2002, s. 20).
Muslukların bozulmasının, elektrik faturasının ödenmemesinin, karanlıkta kalmaya bu kadar hazır olmanın suçlusu bu şehirdir, bu sistemdir (2002, s. 21). “Sevmiyorum iki ayaklı hayvanları” der şiir isyanla (2002, s.21). Çocukluğunun elma ağaçlarını, gökyüzüne uzanmanın sevincini, ayçiçeğine dokunmayı, patatesi topraktan çıkarmayı özleyen şiir, suçu kentte bulur, doğanın saflığından koparılan çocukluğunu arar (2002, s. 22). Şehrin sokakları tehlikelerle doluyken, şiir kente ondan korkmadığını ilan eder (2002, s. 23). Yapay insan yaşayışını popüler kültürü eleştirir şiir “açılışlarda satın alınmış bir gülümseme/ yalanlayacak gerçek sandığınız hayatınızı” (2002, s. 24) diyerek gerçek ve yalın bir yaşam özlemini dile getirir.
Popüler kültür insanlarına “sizin olsun iki yakası bir araya gelmeyen bu kent” der; tarihinin değeri bilinmeyen bu kent, duyarsız gözlere bırakılmıştır; “kız kulesi sizin olsun/ size kalsın efsanesi” (2002, s. 25). Sahiplenilmiş yaşamlardır “çapı gittikçe daralan”, vergilerle, gelecek kaygılarıyla (2002, s. 26) Susuz kalınan akşamlardan gelir şiir, anlatılan şiir de değil bir ceza defteridir artık (2002, s. 27) Uzak bir kente gitmek ve orada ölmektir arzulanan. İntihar düşüncesi ve ölememe korkusu, çarpık kentleşmenin de sonucudur, sevmeleri yasaklayan devletin de, yıkılan gecekonduların hüznünün de (2002, s. 28). Sevgilisinin yaşamında kendini “gecekondu” olarak imler şiir: “ey benim yüreğine gecelerden konduğum/ ey bakışlarının kışında üşüdüğüm sevgilim” (2002, s. 29). Bilerek koparılamayan bir aşkın farkındalığını dillendirir şiir: “ey tuzaklarına bilerek düştüğüm avcı” (2002, s. 29). Bu sevgili, sistemin bir ürünü de olmalıdır. Teslim ol çağrısı yapan, “direnme” diyen bir hayata, içindeki kır çiçeklerini solduran ve dışarıda bile “kır mı kalmış kentlerin kara caddelerinde” der şiir (2002, s. 30 ). “Ama biz solduk” der; “ama biz solalı çok oldu/ suyumuzu değiştirmedi hayat” (2002, s. 30). Nazar, batıl inançlar, dualarla geçmiş bir çocukluk hikâyesini anlatır şiir sonra, “üzerimde dikmeyin/ aklım sağlam kalsın” diyerek (2002, s. 31).
Tutucu ve geleneksel bir ailenin çocuğu olarak büyümeyi, devlet, din ve aile baskısıyla sınırlandırılmış yaşamı, sevgiyi ve cinselliği anlatır (2002, s. 32). İç kanamalarıyla kendini kasap önüne yatırılmış gibi hisseden şiir, bunu sevgiliyi görmeyişine, sevgilinin giderken ona dönüp bakmayışına bağlar (2002, s. 33). Sevgiliyi öldürmektir belki bundan kurtulmanın yolu, kahverengideki hüznü gride bulamaz şiir, susmayı konuşmaktan daha çok sever (2002, s. 34-35). Gülüşüyle iyileşen bir yarayı, yağmuru anlatmalıdır şiir sevgiliye; gittiği yerde insanlara sevgiliyi anlatacaktır, giderken “bekleme” der “yeri doldurulmaz hiçbir şeyimiz kalmadı artık” (2002, s. 36-39).
“İlk Mektup”ta misafir eder sevdiğini şiir, geçmişini elinde tutan ve ayağı hep ileride olan sevdiğini (2002, s. 43). Hayatında derin bir etkiyle var olur sevgili, “dile dolanmış bir şarkı gibi”, kimsesizliği de, umudu da getirir sevgili (2002, s. 44-45). Naciye’nin şüpheyle çoğalan gözlerini, onun konuşmasından korkan pis bir dünyayı anlatır şiir (2002, s. 46-47). Kadın ortaklığı içinde birlikte varoluştur, beraber isyandır dünyaya en sonunda bulunması umulan: “hadi, tut elimden de ayağa kalkalım” (2002, s. 48-49). Kayıp bir kadını arar şehirde şiir, iki kişilik yalnızlık da durur içinde (2002, s. 50-51). Anne olmaya çok uzaktır şair/şiir, ama sevmek “eski düş değil” der, “saflık değil birbirine inanmak” (2002, s. 52-53).
Söylenmemişleri gizleyen gözlerden, kötü haber getiren Pazar sabahlarından korkar, kendini, belleğine geri çağırır (2002, s. 54-55) Kalbindeki eski sevgileri, çocukluğunu bulmasını öğütler şiir Naciye’ye, saçlarını birbirine bağlayarak kederlerini de birbirine bağlamalıdır iki kadın (2002, s. 56-57). Naciye’ye hangi kaldırımda solduğunu sorar, varlığını nerede ne zaman kime armağan ettiğini, sonra “sahipsiz kalışımız niye” der (2002, s. 58).
Çoktan öldük mü yoksa diye sorduğunda şiir, bir özlem de beraberinde dile gelir: Yaşamda iki yaralı olarak, “Birbirimizin annesi olamayız değil mi?” (2002, s. 59). Kız çocuğu olmalarını, onları kadına dönüştüren, parçalayan bir hayatı sorgular şiir, kusurları için de sevmeyi anlatır (2002, s. 60-61). Ağlama, gülme ve şaşkınlık arasındaki hislerle dolaşır düşleri sokakta şiirin, merak eder kayıp sevdiğini (2002, s. 62-63). “Kalbini nerede unuttuysan/ orada ara cevapları” der, yarım yaşanan hayatın içinden şiir sevdiğine; kayıp sevgilinin peşinde gölgesiz adamlar dolaşır, sokak lambaları hüzünlenir (2002, s. 66-67). Yaşadıklarını bir hayal ya da imkânsız bir oyun gibi görür, her an gerçeğin katılığıyla karşısına dikilmesini bekler: “birazdan inecek hayatla aramıza perde” (2002, s. 68).
Bahaneler, hep sonuçlardan önce gelecektir sevdiğinin yaşamında; hayattan, insanlardan korunmasını öğütler ona: “içinde el değmemiş yer kaldı mı/ verme onu kimseye” (2002, s. 69). “Bir İhtilâl Kadar Yalnız”, güle damlayan kanla başlar, meyhaneler içinde çukurlarla, zamanın kırıklıklarının sonucu dillendirilir: “kalbimiz bozulmuş yeminler kuyusu” (2002, s. 75-76). Kırılan güvenle sevinçlerde bile tereddüt vardır artık, “içimde vahşi bir hayvan ağlıyor” der şiir (2002, s. 77). Çocukluğunu bile yalnızlıkla açtıracak bir hüzündür zamanla içine işleyen, sevdiğine isyanla, içindeki güzelliği dile getirir: “siz miydiniz suya konmuş dal parçası sevincim” (2002, s. 78). Yaşama sevgisi büyütsün ister sevdiği içinde, yoksa kendi geleceğini boğacaktır sevgili, “hırçınlığınızla açılsın hayatın kapıları” der şiir (2002, s. 79). “Artıları artıklara dönüştüren hayat” çözülmez bir denklemdir, doğada sevdiğinin yansımasını görür şiir, hayatın aktığı her yerde: “siz miydiniz/ dağın öbür yamacından akan ince nehir” (2002, s. 80-81). Daha da kırılmaktan korkar yine de : “Ya daha da yükselirse duvarlar/ ya girilmez yazılırsa kalbimin üstüne” (2002, s. 82).
Her şeyin bittiği, umudun da tükendiği yerde, “olan oldu” der şiir teselliyle, sevdiğinin kendini düşlerinde hapsettiğini söyler, kapıyı açmadığını: “sen’de gizli bir mahzendir şimdi susan ’öteki’” (2002, s. 83). Öfkenin güzel anları da sildiğini bilir, “katil” der kendine, hazırdır sevdiğinin hayatında “kanatan aşklar arasında” yerini almaya, hüzünler ve sorular arasında (2002, s. 84). Tiyatroyla, felsefeyle yaşar şiir bu zamanlarda, Genet’le, Sartre’la sarmalanır (2002, s. 85). Gürültülü ve özgün Wagner çalınır, gecenin karamsarlığına isyan karışır, sarhoş bir gece başlar, içilen gecenin hüznüdür de aynı zamanda: “içmekten mi geliyorum ölümü yudum yudum” (2002, s. 86-87). Sessizliğe çağırır sevgiliyi isyanla, artık daha fazla dinlemek istemeyerek, bezgince; “kimin umrunda” diyerek yine isyanla kabûslarını hatırlatır şiir (2002, s. 88). Cümlelerin bozulmasını, doğadaki ırmaklar gibi kendi yolunu çizmesini umar, belirsiz ve yalnız hisseder (2002, s. 89). Mevsimler de ölümle, umarsamamazlıkla, saklanmayla geçer, “kime ne”, “bize ne” diyen bir karşı duruş başlar isyanın son noktasında; her şeye dahil olmak isteyen, kontrol etmeye çalışan hayat için “tehlikelidir bir başına işleyen saat” (2002, s. 90-91). Yazdığı mektup geri dönerken bir gün daha yiter, hüzünle çiçekler solar içindeki çocuk gülmeyince şiirin; “solmayın” der şiir; “solmayan kalbimde açtığınız yerde” (2002, s. 92).
Sanat Cephesi, “Genç Şairler Genç Şairleri Eleştiriyor” Özel Sayısı, sayı 29, Eylül 2008.
- 55 okuma
Yorumlar
Yeni yorum gönder