On Adımda Unutmak (Anti-Prometheus)

Şahika Tekand ve Esat Tekand tarafından 1988 yılında kurulan Stüdyo Oyuncuları "Promethiade" kapsamında önceki akşam ve dün akşam "On Adımda Unutmak (Anti-Prometheus)" adlı oyunu oynadı. Promethiade, 2010 yılı başkentleri olan İstanbul ve Ruhr'a eklenen Atina'yla birlikte çiftdilli ve üç şehirde de sahnelenmek üzere tasarlanan bir proje. Promethe çaldığı ateşle Avrupa'ya ve Avrupa insanına aydınlığı/ışığı getirmesiyle mitolojik bir figür olarak merkezde yer alıyor bu projede. On Adımda Unutmak'ı Şahika Tekand yazmış, yönetmiş ve ışık tasarımını yapmış; kostüm ve sahne tasarımını da Esat Tekand gerçekleştirmiş.

Yaşamımın 4 yılını yoğun bir şekilde tiyatroyla geçirdiğim dönemde daha iyi bir tiyatro metni okuyucusu ve izleyicisiydim, son on yılda şiir her şeyden daha baskın oldu benim için. Yine de ara sıra izlediğim oyunlardan edindiğim izlenim son on yılda (hatta yıllarda) tiyatroda bambaşka kanalların açıldığı ve klasik tiyatronun dışında akıp giden bir tiyatro olduğu. İşin güzel tarafı bu tiyatronun seyircisi var. Bu tiyatroların metinle ilişkisi ve oyunculuğa bakış açıları da çok daha farklı.

Bu anlamda "On Adımda Unutmak" da bu farklı kanallardan birisinin temsilcisi bence. Tekand'ın neredeyse oyunun ancak böyle oynanabilirliğini zorunlu kılacak teksti oldukça yoğun. Çağdaş insanın kim olduğuyla, kim olduğunu sandığıyla, olmak istediği arasındaki sıkışmışlık; tam da Anti-Prometheus denilecek şekilde kendi aydınlanmasına niyet edip yine de ondan bucak bucak kaçışı; alışmak denilen o doymak bilmez canavarın gide gide insanın karar veren yeren yerlerini köreltmesi; başlamaya niyet edip başlayamamak; tüm memnuniyetsizliklerin giderek "hale şükre" dönüşmesi ve artık rahatsızlık diye bir şeyin kalmaması; aslında sorunlu bir kavram olan "ilerleme"nin tanımlanamasa da "kıpırdanma", "yerinde sayma", "bir ileri bir geri gitme"lerle gerçekleştirildiği yanılsaması; olmadı yeniden "şükür", "hep şükür" ve "atalet"... metnin temel meseleleri...

Bütün vurucu silahlarını metne sokuşturan oyunlardan değil "On Adımda Unutmak". Bu nedenle bir metin tiyatrosundan da söz edemeyiz. Ateşin ve aydınlanmanın hayali ışığıyla yetinmeksizin tiyatronun diğer teknik imkanlarını da kullanarak tasarlanan oyuncu-ışık ilişkisi çok başarılı. Hatta ışık, sahnenin en iyi oyuncularından biri de diyebiliriz. Alman ve Türk oyuncuların zorunlu yüksek performansı, izleyicinin de en az o kadar uyanık olmasına neden oluyor. Elbette metnin içeriği zaman zaman kurşun gibi yağıyor izleyenin üzerine ama yine de metin her şey değil. En az ışık kadar önemli olan bir başka şey de sandalyeler. Sandalyelerin metaforik anlamı bir yana fiziksel olarak da oyuncuların sırtlanmaları ve öylece oynamaya devam etmeleri bile bambaşka çağrışımlara sahip. Omzunda üçer dörder sandalye olan insanların (hayatın yükü, başkalarının yükü, kendi olmanın yükü, olamamanın yükü) hem bunlardan kurtulmaya çalışıp; bir sonraki aşamada kurtulduklarında ise yine kendileri olamamaları ve son tahlilde daha az (tek) sandalyeyle yeniden başladıkları yere dönmeleri... (Ki bu kademe kademe unutuşla ancak hiç başlamamış gibi olabiliyorsunuz ve unutmak hele de hatırlamanın cesaret ve atılım gerektirdiği noktalarda planlı/organize bir şekilde unutmak en kolayı değil mi)...

Bunu başka bir boyutta şöyle görmek de mümkündü. Işık, tıpkı yaşamda insanların karşısına çıkan fırsatlar gibi gönlüne göre yer beğenirken, karanlıkta kalanlar "ah bir parça ışık da bana düşse, görülsem, görülmediğim için bunlar böyle" derler... Ve ışık, an gelir üzerlerindedir, o fırsat da gelmiştir ama tüm yapılan "eeeemm.. şey..." gibi anlamlı tek bir şey bile yapamadan, hoop başkasına geçer. Yani bütün mesele sizin henüz keşfedilmemiş bir ada olmanız, görülmemeniz değildir. Mesele ışığa çıktığınızda sizin bile kendinize bakılacak yanlarınız olup olmadığıdır.

Ben sevdim, izlerken canım da acımadı desem yalan olur. Çünkü "özgürlük" aklımda dolaşıp duruyordu zaten. Çaya iki ya da üç şeker atmak, neyi alıp neyi almayacağına karar vermek gibi şeylerle özgür olunmuyor ya.. öyle... yaşamını kontrol etmediğin sürece "seçim yapabiliyor olmak" hiçbir şey değil çünkü...

Fırsat bulan herkes izlesin derim...

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Back to top