20 Yaşın “Delilik” Notları

Geçenlerde bir arkadaşım bana, Foucault’nun Deliliğin Tarihi kitaplarının bende olup olmadığını sordu. Evde epey geniş bir kütüphane olmasına rağmen hiç bakmadan var dedim. Gidip de geri gelmeyen çok kitabım olmuştur çünkü. Bu akşam da yarın arkadaşıma vermek üzere uzun zamandır kitapları elime aldım.

Hep yaptığım gibi ilk sayfaya adımı soyadımı, ay, gün, yıl olarak tarihi, bir de yer ifadesi eklemişim: “30 Temmuz 93, Beyoğlu.” Bundan 32 yıl öncesinden söz edince takvime göre epey uzak oluyor ama düşünürken o kadar da uzak değil. Dönemi düşünüce nerden aldığım da belli bence: Simurg’dan. Aslıhan Pasajı’nın alt katında, köşedeki o eski küçük dükkândan. Herhalde evdeki kitapların beşte biri, belki de daha fazlasının sayedarı Simurg’dur. “Sayedar”ı şu anda uydurdum. Ama “ne kadar da çok kitap Simurg sayesinde alındı” düşüncesi hızla zihnimde “sayedar” kelimesini üretti. “Dar” sahip olma anlamına geldiği için, “sayedar” da “saye-sahibi” olarak düşünülebilir. Buraya yazmayı en çok da bu yüzden sevdim hep sanırım. Bana anında düşünme motivasyonu verdiği için. Neyse, “sayedar”ı bugünün hatırası sayalım.

Arkadaşıma kitabı (kitapları hatta) vermeden önce, yine hep yaptığım gibi, nerelerin altını çizmişim, çizmiş miyim acaba diye göz attım. Kurşun kalemi henüz ıskartaya çıkarmadığımız zamanlar tabii. Aslında kurşun kalem her zaman yakışıyor okumalara. Hem zarif hem çok göze batmıyor hem de ben burdayım diyor. Belki oraya da geri dönmeli.

Altını çizdiğim yerlere hızla göz atarken gülümsedim. Eğer okurken bazı satırların altını çiziyorsanız ve o kitaba yıllar sonra tekrar bakarsanız, kitaplarla olan ruhani alışverişimizin, gözün kelimeleri seçip okumasından çok daha öte, derin bir okuma olduğunu anlarsınız. Bu tip rastlantısal geri dönüşlerde ben hep o satırları alıp hayatıma kattığımı görüyorum. Yazarların, düşünürlerin bundan haberi olmadığına, biz de onlardan aldıklarımızı her zaman isimleriyle anmadığımıza göre burada “habersiz bir temellük”, “garip bir aşırma” da söz konusu sanki.

O notlardan bazılarını burada gözümün önünde de olsunlar diye buraya aktarıyorum:

“Alman gravürlerinde çok sık olarak, düşünceleri kalpten kafaya doğru yavaşça yükselirken, tartılma ve yeniden düşünülme zamanına sahip olacağı uzunlukta bir boynu olan bir kuş tarafından temsil edilen şu eski bilgelik imgesi buna tanıktır; bu simgenin değerleri, aşırı vurgulanmış olmaktan ötürü ağırlaşmaktadırlar: düşüncenin uzun yolu imgede, incelmiş bir bilginin imbiği, en özlü şeyleri damıtan bir alet haline gelmektedir. Gutemensch’in boynu, bilgelikten başka bilginin aracılık ettiği her şeyi daha iyi temsil edebilmek için sonsuza kadar uzayıp gitmekte; ve simgesel insan, ölçüsüz uzunluktaki boynu kendi üzerine bir defa katlanan fantastik bir kuş haline gelmektedir.” (c. 1, s. 39)

“Delilik, şimdi insanın bütün zayıflıklarının meydana getirdiği koroyu yönetmektedir.” (s. 44)

“Deliliğin mutlak ayrıcalığı: insanda kötü olan ne varsa onların hepsine hükmetmektedir. Ama aynı zamanda insanın yapabileceği iyiliklere de dolaylı olarak hükmetmekte değil midir: bilgece siyasetlere yol açan ihtiras, zenginlikleri çoğaltan pintilik, filozof ve bilgeleri harekete geçiren merak?” (s. 45)

“…. Deliliğin dünyaya ve onun yeraltındaki biçimlerine değil de, daha çok insana, onun zayıflıklarına, düşlerine ve yanılsamalarına bağlı olmasıdır.” (s. 46)

“… delilik artık dünyanın dört bir yanında insanı ele geçirmek içni pusuya yatmaktan çıkmıştır; insanın içine sinsice süzülmektedir; veya daha doğrusu insanın kendi kendiyle sürdürdüğü hassas bir ilişkidir.” (s. 46)

“Delilik ancak her insanın kendinde olur, çünkü deliliği kendine bağlılığı içinde ve beslediği yanılsamalar aracılığıyla oluşturan insandır. Deliliğin kendi dansının içine sürüklediği figürlerin ilki ‘Philantia’dır; ama bunun nedeni bunların her ikisinin birbirlerine ayrıcalıklı bir aidiyetle bağlanmış olmalarıdır: kendine bağlılık deliliğin ilk işaretidir. …. Deliliğin simgesi artık hakiki olan hiçbir şeyi yansıtmadan, orada kendini seyreden kişi için onun kibrinin hayalini yansıtacak olan şu aynadır. Delilik hakikat ve dünyadan çok, insanın algılayabildiği kendi gerçeğiyle ilgilidir. (s. 47)

- burada bırakalım şimdilik.

* Deliliğin Tarihi 1, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İstanbul: İmge Yayınları, Ekim 1992.
O zamanlar üç ciltti. Ama sonra tek cilt olarak birleştirilmişti.

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Back to top