estetize edilmiş acı
o kadar da zor değil aslında...
alışkanlıklarımızı değiştirerek yaşamımızı değiştirebiliriz. bundan ille arabesk bir anlam çıkarmak gerekmiyor. bu ülkedeki tek sorunlu insan grubu okumayanlar, yazmayanlar, izafiyet teorisinin ne anlama geldiğini bilmeyen insanlar değil.
tersine okumak, çok daha büyük bir çukur açmaktır içine... ki okudukça ne çok bilmediğin şey olduğunu farkedersin. ve fakat bilgi altına odun atıldıkça yükselen bir ateş değil. ve en tuhafı aslında hayatın karşısında, salt hayatın karşısında hepimiz eşitiz. üzüldüğünde üzülmemiş gibi yapmak, acı çektiğinde acı çektiğini belli etmemek, iç sıkıntını tumturaklı kelimelerle anlatmakla "biliyon mu, içim yanıyor arkadaş" demek arasında bir fark yok.
Kant yaşamı boyunca kadınlardan nefret etti, yaşadığı kasabanın bir adım ötesine geçmedi,
Schopenhauer babasından bir ömür boyu nefret etti ve en önemli fikirlerini bunun üstüne inşa etti,
Emily Dickens'ın 1700 küsur çekmece şiiri ölümünün ardından ortaya çıktı,
Furuğ Ferruhzad umutsuzca evli bir adama âşık olduğu için yaşamı boyu mutsuz oldu ve erken öldürdü kendisini,
Oğuz Atay hayatı ve insanları o kadar iyi gözlemledi ve o insanlar, o anlar onun yaşamının içinden öyle bir geçti ki yazmakla yaşamak, yazmakla artık yaşamamak arasında bir fark kalmamıştı,
Pavese, "söz bitti yaşasın eylem" derken koca bir hayatı, yaşadığı bir hayatı sadece söz, sadece sözün pasifize olması ve ölümü eylem olarak gördüğü için bunu söyledi,
Modigliani yaşamı boyunca çabaladı ve olmadı,
Frida yaşamı boyunca çabaladı ve olmadı,
Camille Claudel yapabileceği her şeyi yaptı ve sonunda bir deli kabul edildi,
Tezer Özlü bu yollarla öldü, yaşamı anlamak, entelektüel bilgi fazlasına sahip olmak, herkesin görmediğini görmek, herkesin duymadığını duymak... çalışmadı, işlemedi, yaşama kâr etmedi.
Bachmann dili de şiiri de yazmayı da alayından daha iyi kavradı, kendisini sadece ait olmadığı yerlerde kendisi gibi hissetti, olmadı;
Thomas Bernard içinde doğup büyümek zorunda kaldığı, parçası olduğu ülkeye, ırka, toprağa, kente karşı öylesine çok öfke biriktirmişti ki soluk almadan, satır başı yapmadan, parantez açmadan yazdı,
Yukio Mişima yaşamı boyunca inandığı şeylerin yaşamda olmayacak şeyler olduğunu gördüğünde vazgeçmesinden daha doğal bir şey olamazdı,
Yesenin o şiiri kanla boşuna yazmadı,
Nietzsche hastalıklarına sevinen, bundan kendine payeler çıkaran belki de tek kişiydi, ki bir an olsun yazmadan düşünmedi,
Kafka o dava'dan boşuna vazgeçmedi...
Hiçbiri ve daha onlarcası.. yaraları görünen görünmeyen, dikiş izleri görünen görünmeyen, yarası görünmesin diye üstünü sıkı sıkı örtebilen örtemeyen... hepimiz insan olmakta eşitiz. yazmak bizi başka bi şey yapmaz ama başka söyletir...
- 4364 okuma
Yorumlar
Yeni yorum gönder