
Serbest Düşüş: Sisiphos Söylencesi
Aklımı kurcalayan bir soru var. Bu soru tam da en alttaki şarkıyı dinlerken bir kez daha aklıma geldi.
Aklımı kurcalayan soru şu: Sisiphos’un durmadan tepenin üstüne çıkarmaya çalıştığı, tam başaracakken yeniden aşağı yuvarlanan, durmadan tekrarlanan bu yukarı itme ve aşağıya düşme sırasında yukarıya itilmeye çalışılan taş/kaya, acaba hep aynı taş/kaya mıydı?
Ne önemi vardı ki denebilir. Ama mesele herhangi bir taşı o yere ulaştırmak mıydı yoksa o taşı oraya çıkarabilmek miydi? İkisi arasında derin bir ayrılık var gibi geliyor bana. Sonuç odaklılar “ne fark eder ki?” demekte kendi adlarına haklı olabilirler. Ne de olsa Sisiphos bunu hiç başaramadı.
Sonuçlardan çok, sürece odaklananlar için fark ediyor. Merakımı yenemiyorum. Hep aynı taş/kaya mıydı?
*
Sisiphos Söylencesi’ni ilk duyduğumda bir mimarlık öğrencisiydim. Sanırım 2. ya da 3. sınıftaydım. Buna göre yaşım 17-18’di. İnternetin, cep telefonunun olmadığı o yıllarda kitaplar (ve sinema da) dünyaya açılmanın tek yoluydu. Dünyaya başka türlü açılmayı isteyenler için elbette. O dönemde kitaplara duyulan açlığın ve kitaplardan alınan bilginin/duygunun, bugün bir tık’la her türlü malumata/bilgiye ulaşabilecek olmanın verdiği rehavetle (hiç ulaşmamakla) ya da kolayca, zahmetsizce erişmenin bıraktığı önemsizlik/değersizlik/sıradanlıkla ilgisi yoktu.
Sisiphos, Albert Camus’nün Sisiphos Söyleni (Tahsin Yücel çevirisi, Adam Yayınları) kitabında çıkmıştı karşıma. Zihnimdeki tabloda nedense yüzsüz, bedensiz, belki bir çöpten adam/kadın gibi bir figür, bana göre sağda zeminde ve sola doğru 60-70 derecelik bir eğimle yükselen bir çizginin tepesine çıkıp çıkıp geri düşüyordu. Belki bazı düşünmelerimde elinde bir şey de yoktu ama yine de çıkıp çıkıp iniyordu. Öyle ya yukarıya doğru ittiğin her ne ise o geri yuvarlandığında, sen de bir taş gibi yuvarlanmasan bile, aynı şeyi yapmaya devam edeceksen, geriye gitmek/aşağı inmek durumundasın. Yani bir başka açıdan bakıldığında aslında hep aşağı yuvarlanan, sadece o taş da değildi, Sisiphos’un kendisiydi.
Bir ceza olarak düşünüldüğünde belki de görünüşte hep aynı taştı ama her seferinde aşağı yuvarlanan bir taşın da değişmeden kaldığını düşünmek güç. Sisiphos da her seferinde aynı Sisiphos değildi şüphesiz. Camus’un ifadesi ne güzel: “Sisiphos mutluydu”. Cezasını, yapmayı istediği ve yaptığı bir şey için çekmekle, muhtemelen başına geleni bir ceza gibi görmüyor da olabilirdi. Ceza ile bedel arasındaki farkı unutmamak gerekir. Daha doğrusu ceza dışarıdan dayatılır ama bedel içeriden ödenir gibi geliyor bana ilk anda. Üzerine düşünmek gerekir yine de.
Bu amansız çıkış/iniş mitolojiye göre Sisiphos’un cezasıydı. Kardeşi Salmoneos’la birlikte Korinth’in krallığını da yürütmüştü. Çok akıllıydı, ilaveten kurnazdı da. Hilekâr bile denebilirdi. Öyle akıllıydı ki hatta Olympos’un tanrıları bile zekâsına hayranlık duyardı. Ama her şeyin fazlası zarar olunca, aklının zorladığı sınırlar ona da bela oldu.
Ne mi yaptı? Ölüm tanrısı Thanatos’u bir sandığa kapattı mesela. Böylece kimse ölmedi. İnsanlığın kurtarıcısı gibi görünen Sisiphos’un kendisini kurtaramaması da bir trajedi olsa gerek.
Dünyada ölümün durması yaşam sürerken düzenin bozulmasına neden oldu. Tanrılar harekete geçtiler. Zeus’un emriyle savaş tanrısı Ares gelip ölüm tanrısı Thanatos’u kurtardı. Sisisphos da Hades’i boyladı haliyle ama bu kez de tanrısal iradeyi alt ederek bireysel ruhu serbest bırakmayı başardı.
[…]
*
O gece (17 Haziran 2025) neyin gecesi ise daha yazacakmışım aslında ama üstteki kadarıyla bırakmışım. Ben de Sisiphos gibi o gece bu “yazı” taşını yukarı çıkarmış, sonra amansızca tekrar aşağı yuvarlanmışım.
Bir dahaki çıkışta, belki biraz daha tamamlanır… Kim bilir.
Yazının müsebbibi olan şarkı:
- 33 okuma
Yorumlar
Yeni yorum gönder