Sırça Kümes'ten Bugüne
Bazen herkese olur. Bellek dediğimiz şey içine aldıklarını, aslında bizim attıklarımızı tuhaf bir şekilde geri çağırır. Sizin unutmuş olduğunuzu düşündüğünüz hatta belki de uzun, upuzun zamanlardan beri bildiğinizi ya da olup bittiğini unuttuğunuz şeyleri serer tekrar önünüze..
Bu akşam kendi kendime dolanırken dilimin ucuna "merçutkina" sözcüğü geldi. Bir an durdum, neden ve niye hatırladığımı düşündüm. Merçutkina yıllar önce üniversite yıllarında oynadığımız Çehov oyunlarından birinde, "Kutlama"daki kadın karakterlerden birisiydi. Ötesi benim rolümdü. Hemen hemen bütün tiyatrocuların iyi bildiği Çehov'un çarlık dönemi Rusya'sına dair yazdığı " Tek Perdelik 9 Kısa Oyun"dan birisi. http://www.pandora.com.tr/urun.aspx?id=154102. Klasik tiyatro yapan grupların es geçmediği ama epik ya da absurd tiyatro yanlılarının çok yüz vermediği oyunlardı bunlar. Ama sadece metin olarak bile bakıldığında hele de Çehov'un kısa öykülerini ve neredeyse onunla anılan oyunlarına sindirdiği "humor"u düşününce yine de es geçilecek metinler değillerdi.
Merçutkina'yı çağıran ses böylelikle bana tiyatroyu yeniden düşündürdü. O zamanlar tiyatro benim için yaşamımda en çok değer verdiğim şeydi. Bütün maddi varlığımı oyun kitapları almaya ve tiyatro izlemeye, zamanımı da oyun kitapları ya da tiyatroyla ilgili metinler okumaya harcıyordum. Ama bir yandan da şiir yazıyordum. Derken bir karar vermem gerektiğini düşündüm. Bir şeyi seçmem gerekiyordu ve bu edebiyat oldu. Ama 89-94 yılları arasında yaşamıma tiyatronun girmesi bana çok şey kazandırdı. Dekor yapımından taşınmasına, kostüm dikiminden, reji defteri tutmaya, hatta bilet satmaya dek, tiyatronun her bir anı özeldi. Ayrıca tiyatro kadar kolektif bir heyecan ve iş üreten başka bir sanat dalı da yoktur sanırım. Hele de bu "amatör tiyatro"ysa -ki bi hep işte profesyonel ruhta amatör olmayı dilerdik- inanılmaz heyecan vericidir.
Bazı şiirlerin bazı dizelerin dilimize takılıp durması gibi tiyatroda da bazı replikler bazı tiratlar büyüleyicidir. Hiç unutmadığım tiratlardan birisi Tenesee Williams'ın Sırça Kümes'inde Tom'un son tiradıdır. "Annemin dediği gibi aya değil ama çok daha uzaklara gittim. Zaman girmeye görsün aranıza çünkü. Öyle gerilerde kalıyor ki her şey. Çok sürmedi, bir kundura kutusunun üstüne şiir yazarken buldum kendimi..." diye devam edip gider. "Arzu Tramvayı" da en az "Sırça Kümes" kadar etkileyicidir... Ya da yine Çehov'un Martı'sında Nina'nın meşhur tiradı..."Bir martıyım ben... Yo, değil... Aktrisim... " diye başlar ve bir yerinde "Yaa!.. Böyle işte... Gelmiş bir adam, durup dururken, laf olsun diye, yok etmiş kuşcağızı... Tam küçük hikaye konusu... Gene de söylemek istediğim bu değildi. " der Nina.. Oyunun tamamını okuyunca her şey yerli yerine oturur.
Peş peşe çağrışımlar bana Arthur Miller'ın "Cadı Kazanı", "Bütün Oğullarım", "Satıcının Ölümü"; Brecht'in "Kafkas Tebeşir Dairesi", "Cesaret Ana ve Çocukları", "Arturo Ui'nin Önlenebilir Tırmanışı"; Sartre'ın "Saygılı Yosma"sı, Camus'nun "Yanlışlık"ı, bir oyun yazarıyken Çekoslovakya'nın devlet başkanı olan Vaclav Havel'in "Largo desolato - Buruk Ezgi", "Bildirim"; Athol Fugard'ın "Sarı Sabır Çiçeklerinden Bir Ders", Duvernois'in tek kişilik oyunu "Yalnız", James Joyce adını bana ilk duyuran onun ilk ve tek oyunu "Sürgünler"; yine Jean Genet'yle tanışmama neden olan "Balkon" ve "Hizmetçiler"; John Whiting'in "Yürüyüş Türküsü"; Richard Nash'ın mükemmel oyunu "Yağmurcu"; Dürrenmat'ın "Fizikçiler", "Göktaşı" ve "Yunanlı Bir Kız Aranıyor"; Anouilh'in "Antigone"si; Edmand Rostand'ın "Cyrano de Bergerac"ı ve tabii ki Shakespear'in tüm oyunlarını; sahnelediğimiz, Marcel Ayme'nin "Başkasının Kellesi" ve Curzio Malaparte'nin "Kadınlar da Savaşı Yitirdi"sini ve daha şu anda aklıma gelmeyen tüm bu oyunları, oyun kitaplarını yeniden hatırlattı.
İnsanlar eğer tiyatroyla bire bir uğraşmıyorlarsa oyun kitabı okumayı sevmezler. Sanırım parantez içlerindeki mizansenler ya da sahne tanımları vs. nedeniyle. Ama oyun okumak çok keyifli bir şeydir. Aynı zamanda çok yaratıcı bir okumadır da.. Nasıl ki klasik romanda dahi okur daha kitabın ilk sayfalarından zihninde bir mekân çizerse ve nasıl ki karakterlerin onun için zihninde bir görüntüsü oluşursa, oyun kitapları da bunu katbekat gerçekleştirirler.
Bugün tüm sanat dallarında olduğu, olması gerektiği gibi tiyatroda da modern yaklaşımlar ya da yeni arayışlar sürüyor. Artık çok yerel toplulukların dışında hemen hemen hiç kimse klasik tiyatrodan yana değil. Klasik metinlerden vazgeçiş söz konusu değil elbette ama klasik metinler kullanıldığında da sahneleme teknikleri ya da dramaturji çalışmaları, metnin yorumlanması, dekorundan ışığına kadar bu arayışlardan nasibini alıyor. Metnin tiyatrodaki ağırlığı kaldırılmak isteniyor. Dolayısıyla tiyatronun sadece tekstten oluşmadığı hatta söz olmaksızın da tiyatronun gerçekleşeceği yönünde çalışmalar yapılıyor, oyunlar sahneleniyor (ve aslında başlangıçta da böyle değil miydi). Yani sanatın her alanında kırılmak istenen çemberler var.
Son aklıma gelen ise Gültepe'de bir sahafta bulup 8 lira iken yanlışlıkla 2 liraya aldığım (1990 da böyle miydi acaba), okumaktan çok mutlu olduğum ve günlerce elimden düşürmediğim 1931 baskı bir "Othello" kitabı oldu.
En az Othello kadar Desdemona kadar oyunun temel direklerinden birisi olan Yago'dan kısa bir parça :
"Gerek erkekte, gerek kadında, sevgili efendim, iyi nam onların ruhlarının cevheri ve ziynetidir. Benim kesemi aşıran bir insan benden ehemmiyetsiz bir şey aşırmış sayılır. Bu bir şeydir, aynı zamanda hiçtir. O aşırdığı şey benim malımdı, şimdi onun malıdır. O binlerce kişinin de malı idi. Fakat, benim iyi namımı, iyi şöhretimi çalan adam onu çalmakla kendisini zenginleştirmeyen bir maldan beni mahrum etmiş olur."
OTHELLO
Şekspir
Şekspir Eserlerinin Deste Başılarından
Trajedi - 5 Perde
Nakleden
Urfa Meb'usu
Dr. Refet
1931
İstanbul
Devlet Matbaası
- 10039 okuma
Yorumlar
Yeni yorum gönder