Tante Rosa Bir Çocuk Kitabı mıdır?

 
Çocukluğumun neredeyse tamamı hastalıklarla geçti. Hemen hemen bütün hastalık dönemlerinde de hastanede yattım. Bu nedenle ne zaman hastaneye gitmem gerekse ayaklarım geri geri gider. Gri bana genellikle hastane duvarlarını hatırlatır. Bir yerde"ziyaret saati" ibaresini görsem aklıma hemen o günler gelir. Neredeyse bütün bir günü yatakta geçirmek zorunda kalmak, en az bir hafta on gün, okuldan,sokaktan, hayattan kopmak; serumla, iğneyle, düzenli ilaç kullanmakla erken yaşlarda tanışmış olmak canımı da sıkar bazen.

 

Bu hastalıklar nedeni ile sürekli "anne" tarafından gözetim altında olmak, gözünün içine bakılması, diğer çocukların koşup oynadığı gibi oynamana, "hasta olursun" tembihiyle izin verilmemesi de cabası. Yani anne yadigârı bir sıfatla geçti çocukluğum: "Nane molla". Annem durmadan bunu söylerdi bana.

 

Bu hastalık döneminin iyi yanı kitap okuyabilmekti.  Okumayı seven bir çocuk olduğum yakın çevre tarafından da bilindiği için hasta ziyaretine gelenler genelde kitap getiriyorlardı. Aslında ailemde bana emsal teşkil edecek bir okur yoktu ama okumaya dair bir düşkünlük vardı içimde. Her pazartesi günü, babamdan harçlık alıp, Milliyet Çocuk Dergisi almaya giderdim. Derginin en arka sayfasında çocukların şiirleri olurdu. Ben de yazıyordum kendime göre. İlk şiirimi hemen hemen bütün çocuklar gibi anneme yazdım ve derginin adresine gönderdim. Bir süre sonra yayımladıklarında ben çok mutlu olmuştum ama babam "bana niye yazmadın" diye sitem etmişti. Bu siteme rağmen babama yazdığım şiir oldukça uzun yıllar sonrasına denk düşecekti, bunu o zaman ben de bilmiyordum.

 

Böyle hastalık zamanlarının birinde hastaneye ziyarete gelen bir ahbabımız (öyle deniyordu o zamanlar) bana bir hediye getirmişti. Paketi açtım, bir kitap. Sevindim. Baktım, üstünde Tante Rosa yazıyor.  Yazarı, Sevgi Soysal.  Dokuz yaşındayım, hiçbir şey bilmiyorum SevgiSoysal kim, Tante Rosa ne demek...  Etrafta okuyan, bilen, tanıyan birisi de yok. Ya o günlerde ya da daha sonra kitabı okumaya başladım. Başladım ama o çocuklukla bile ters bir şey olduğunu fark ediyorum. Kitabın içinde ilerlerkenbir sürü şeyi anlamıyorum ve ayrıca bilmediğim çok şey var. Sadece kendi kendime "bu bir çocuk kitabı değil, sanırım yanlışlıkla aldılar. Muhtemelenkapağına bakıp aldandılar" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Yine de kitabı okuyup bitirdim. Ama ne yalan söyleyeyim, birisi çocuk kitabı olmadığını anlar da elimden alır diye öyle kalabalığın içinde de okumadım. Ne anladın derseniz,Tante Rosa diye yabancı bir kadını anlatıyor. Küçükken at cambazı olmak istiyor, sirke yolluyorlar. Sonra rahibe okuluna gidiyor, evleniyor, çocukları oluyor filan... Yani benim o zamanki algım için olaylar böyle.

 

Kitabın bana geldiği yıl 1982. Aldığım kitapların ilk uygun sayfasına, arada nadiren atlasam da mutlaka tarih atarım, adımı yazarım, bazen şehri, bazen semti de...Demek ki bunlar da çocukluktan kalma alışkanlıklar. Tante Rosa'da davar. Sadece, nedense, kitabın kapağında kendimce uygun gördüğüm şekilde, tam da Sevgi Soysal adının altına yazmışım: "Derya Önder  No:995 Sınıf: 4-F" O zaman kitabın kapağınıda şöyle yorumluyordum: "Bir kadın var. Saçlarını topuz yapmış. Kadının yüzününiçinde de bir çerçeve var. Çerçevenin içinde de bir tane sarışın kadın." Benimiçin ifadesi buydu.

 

Tabii aradan yıllar geçip de yaşamla aramızdaki yakınlık arttıkça, yaşımızla birlikte aklımız da büyümeye başladıkça her şey biraz daha netleşti. Evet, Tante Rosa kesinlikle bir çocuk kitabı değildi. Tante Rosa bir insan kitabıydı. Hiç dilimden düşmedi adı: "Tante Rosa". Sanki söylendikçe çoğalan, sanki söylendikçe benim adım, başka bir kadının adı, ötekinin adı. O kadar çoktu ki "Tante Rosa"...

 

Kapağına tekrar baktığımda algılarım da değişmişti. Evet, kapakta bir kadın başı vardı.Saçları kahverengi, toplu. Yüzünün formu var ama yüzü yok. Gözlerinin, burnunun, ağzının gelmesi gereken yere sarı bir çerçeve gelmiş. Kalın- kapkalın bir çerçeve. İçinde de yine saçları toplu, sarışın, ağzı burnu yerinde makyajlı, hatta inci küpeli bir kadın daha var. Yani dışarıdan bakılınca görünmeyen ve ona hiç benzemeyen bir kadını taşıyordu bu kadın. İçin içinde biriç vardı yani... Nereye gitsem götürürdüm Tante Rosa'yı. Bir yangın bile atlattı. O kadar dayanıklı.

 

Sevgi Soysal'ın ilk öykü kitabı 1962'de yayımlanan "Tutkulu Perçem". Tante Rosa'yı ise 1968 yılında yazmış.  O zaman kitap Sevgi Sabuncu adıyla yayımlanmış. On dört öyküden oluşuyor. Bu öykülerin hepsi de Tante Rosa'nın öyküsü. Çocukluğundan başlayıp yaşamının sonuna kadar kimi zaman onu sürükleyen, kimi zaman onun sürüklediği yazgıyı anlatıyor. Ara başlıklarla bölünen ve her bir ara başlığın, Tante Rosa'nın yaşamının başka bir nirengi noktasına denk düşürüldüğü bir bütün.

 

Tante Rosa At Cambazı Olamadı

Çünkü "Sizlerle Baş başa" dergisinin sabık okurlarından birisi olan annesi için bu dehşet verici bir istekti. Bu istekten onu vazgeçirmenin, vazgeçişin kendiliğindenmiş gibi görünmesinin yollarından birisi de, istediği şeyin ne menem kötü bir şey olduğunun ona "onu isteğin içine itilerek" verilmesiydi. Artık at cambazı olamayacağını anladıysa da kendisinin prenses olduğuna dair inancı değişmedi.

 

Tante Rosa Rahibeler Okulunda

Erdem nerede aranır, nerede bulunur? Susadığında suyu musluktan içmesi, "su içiyordun durup dururken, sen arzularına gem vuramayan günâhkar bir kızsın" sözlerini duyması için yeterlidir. Bir melek rolü oynayacakken yine "günâhkar" ve "sabırsız" olduğu için "dünyanın en yoksul çocuğu"nu oynayan dünyanın en yoksul çocuğu olur. Evine dönmesi uygun görülür. Savaşla kapı komşudur terk ettiği yerde gideceği yer gibi...  İntikamını prensi alır ve savaş sırasında yerle bir olur rahibe okulu. Bu aynı zamanda Tante Rosa'nın içinde de "yerle bir oluş"tur.

 

TanteRosa'nın Hayvanları

Kaplumbağaları sevmez. Ev dediğin insandan ayrı bir yerde olmalıdır. Hayvanların da yırtıcıolanlarını sever, ama uzaktan. Bir sabah uyandığında kendi hayvanının da uyandığını anlayınca, en çok onu sever ama yakından... Hem hayat hiç benzememektedir "Sizlerle Baş başa" dergisinde anlatılanlara...

 

Tante Rosa Aforoz Ediliyor

Evlenir, üç çocuğu olur, sevmediği bir adamla "yatmak" zorunda kalır istemediği zamanlarda bile... Bir kartopu gelip camı kırdığında, camdaki deliği sol göğsüyle kapatır, ayaz içeri girmesin diye. Oysa ayaz çoktan girmiştir içine.Geride ne kaldığına aldırmadan, yanına sadece içindeki hayvanı alarak terk eder her şeyi. Aforoz edilir. Kendisi olmasının doğal karşılığıdır bu zaten.

 

Tante Rosa Mezarlıkta Üretici Oluyor, Tante Rosa Soluk Kır Çiçeklerine Geri Dönüyor, Tante Rosa Bütün Rüzgârlara Açık, Tante Rosa Yaşamakta Israr Ediyor, Tante Rosa I Love You, Tante Rosa Gran Düşes Ş.M., Tante Rosa'nın Papağanı, Tante Rosa'nın Düşü, Tante Rosa'nın Yolculuğu, bölümleriyle devam eder ve The End Tante Rosa ile nihayetlenir. 

 

Peşpeşe bakıldığında kitap zaten başlıklarıyla da müsemmadır. Ayrıca, "Sizlerle Baş başa" dergisiyle başlayan bir yaşamın "The End"le bitmesi de ironinin içimizi acıtan başka bir yanıdır. Sevgi Soysal'ın, Tante Rosa'yı varetmesi için sahip olduğu sezgi ve yazarlık yeteneğinin yanı sıra fazlasıyla malzeme sunan dünya da onu yoksul bırakmamıştır. Bu öykü 1968'de yazılmasına rağmen hâlâ temas ettiği yerlerimizi sızlatıyor. Tante Rosaların azalmasını umduğumuz bir dünyada her gün birisi daha kendisinin de bir "Tante Rosa"olduğunu farkediyor. Neyse ki her farkediş, aynı zamanda bir harekete geçme düğmesini de çalıştırır. Başlangıç ve son gittikçe farklı bir eksen edinebilir kendisine.  Böyle olmasını umuyoruz en azından.

 

Sonuçta Tante Rosa, Sevgi Soysal'ın söz ettiğimiz gibi ikinci kitabıdır. "Tutkulu Perçem" ve Tante Rosa'nın dışında, Yürümek, Yenişehir'de Bir Öğle Vakti, Şafak, cezaevindeki anılarının bir araya getirildiği Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu, Barış Adlı Çocuk, gazete yazılarının toplandığı Bakmak adlı kitabını ve yarım kalan romanı Hoşgeldin Ölüm'ü bırakarak 1976 yılında yaşamını yitiren Sevgi Soysal'ı böylelikle bir kez daha anmış olalım.

 

 

 

 

 

  

Back to top