"Kapılar Çalınırdı ve Kadınlar Açarlardı Kapıları"

Yaşamımda şiirin daha fazla, daha farklı bir yer tutmasına bilinçli olarak karar verdiğim ilk yıllarda sahaflarda ne kadar şiir kitabı bulursam alıyordum. Niye sahaflardan? Pek çok nedenden dolayı… Birçok okur, bir kitabın kapağını ilk kez kendisi açmak isterken, ki aynı alt niyetle bir yayınevi bir dönem kitapları, sayfaları kesilmemiş olarak “piyasa”ya sürüyordu ve aynı birkaç okur muhtemelen büyük bir hazla bıçakla ya da mektup açacağıyla bu sayfaları açıyor ve kendisi oluyordu kitabın ilk sahibi. Başka bir gözle bakıldığında böyle basılmış bir kitabı, yazardan okura gönderilmiş bir hediye, okurun sevincini de hediye almanın mutluluğu diye de tanımlayabiliriz belki…

  

Bende ise daha tuhaf bir duygu vardı. Ortaklarının sayıca fazla olduğunu düşündüğüm bu duygu, ön kapağa adını, kitabı aldığı tarihi hatta aldığı şehri yazan ve kendine ait bir paraf bile atmış olan önceki okurla kurduğum hayali bağa dayanıyordu. Altı çizilmiş yerler nereler, hangi dizelerde durmuş gibi bir okurun aynı kitabı okuyan başka bir okurun peşinde iz sürmesi diyelim. Elbette sahaflarda kitapların daha ekonomik oluşunun, bizim simurg’umuzun toplasan on metrekarelik alana onca insanı sığdırmasının, yüzlerindeki gülümsemenin hiç eksilmemesinin, ve “bunları alıyorum, sonra hesaplaşırız” diyerek çıkıp gidebilmemizin de etkisi vardı şüphesiz.

  

Böyle zamanların birisinde yıl 1998 ya da 1999 olmalı elime bir kitap geçti. İnce, narin, turuncu kapağı olan bir kitap. Kendi döneminin nabzını tutmuş, sayısız şairi Türk şiirine kazandırmış Cem Yayınları’ndan Neşe Yaşın’ın “Kapılar” kitabı. Kitabı, o akşam bir kerede okudum. Sonra ertesi akşam bir kez daha okudum. Sonra içinden bazı şiirleri tekrar. Sonra bir iki şiirde kaldım. Bu şiirlerden birisi “Kürtaj” diğeri ise “Kapılar”dı.

  

Kürtaj şiirinin Oriana Fallaci’nin “Doğmamış Çocuğa Mektup”u ile akrabalığı geliyordu akla hemen... Ama Oriana Fallaci’nin yüz yirmi sekiz sayfada anlatmak istediği şeyi, şiir iki sayfada söylüyordu benim için. O şiiri çok sevmiştim. Kadınların birbirlerinin yerine acı çekebilmek gibi bir yetileri olduğunu düşünürüm bazen... Bu yüzden,

“Rahimden sökülüp atılan 

 Öpücüklerin çiçeği 

 Buruk ve anlamsız

 Yalımsız bir aşkın bebeği”ndeki sızı içime işlemişti. Güzelim “Kapılar” şiiri ise sanki benim için attığım her adımda, girdiğim/çıktığım tüm kapıların taşıdığı anlama haiz bir şiir gibiydi. Neşe Yaşın’ı ilk o zaman sevdim. Uzaktan, çok uzaktan hiç tanımadan ve yakından, çok yakından şiirinin içinden. Aradan yıllar geçti. Ne bu kitabı, ne bu şiirleri ne de Neşe Yaşın’ı unuttum. Yıllar sonra bir gün, Neşe’yle tanıştığımda, ondan bu şiiri okumasını istemiştim ve isteğimi kırmamıştı. Benim için yaşamın özel anlarından birisiydi bu. Bir kez daha teşekkürler Neşe!

  

Amargi Kadın Kooperatifi, bir süredir aynı adla bir de dergi yayımlamaya başladı. Hatta 7.sayıları Kış 2007 sayısı olarak yakın tarihlerde çıktı. Bununla da yetinmeyen kooperatif, önemli bir şeye daha imza atarak Türkiye’nin ilk Feminist Kitabevi olan Amargi Feminist Kitabevi’ni kurdu. Aynı dönemde kitabevinde bir Neşe Yaşın dinletisi gerçekleştirildi. Ve Amargi Yayıncılık, Neşe Yaşın’ın kendi seçtiği şiirlerinden oluşan bir seçki yayımladı.

  

Neşe Yaşın’ın ilk kitabı 1979 yılında basılan Sümbül İle Nergis (Cem Yayınları)… Daha sonra sırasıyla, Savaşların Gözyaşları (1980, Yeni Türkü Yayınları), Kapılar (1992, Cem Yayınları), Ay Aşktan Yapılmıştır (2001, Gendaş) ve Bellek Odaları (2005, Dünya Yayınları).

  

Yirmi dokuz yıllık bir şiir yolculuğunun, kendine göre özel duraklarını işaret ediyor Neşe Yaşın, bu şiir seçkisinde. Onun şiirlerinde her zaman insanın, kadının, Kıbrıs’ın hüznünü, bir o kadar hüznünü kenara koyarak umudu kuşanmayı bilişi de görüyoruz. “Beni böldün” derken, kalbinden öte gittiğini de…

 

“Beni böldün

Kanarken kırılıyordum gecenin ortasında

İçimin şehrinin köprüleri yıkıldı

Kâğıttan bir kadındı Eleni

Bir tutam boya, biraz hüzün

Ve basit hikâyesi kadınlığın”      

(aşk sarkacı)  

 

Sıcak, soğuk savaşları… Savaşların bittiği zamanlarda bile silinmeyen izlerini… Savaşla büyüyen çocukların içinde yetişen barış ağaçlarının toprağa daha da fazla tutunduğunu… Şiirin, her zaman söyleyecek sözü olduğunu da…

 

  XI

“Yeşil tepede küçük evcikler

Yeşiltepede küçük evcikler”

Çığlık çığlığa koşuyordu çocuk

“Benim köyüm, benim köyüm”

Kollarını açıyordu çocuk

“Küçük evciğim, küçük evciğim” 

Mayıs tarlası öldürdü onu.                 

(savaşların gözyaşları 1)  

 

Elbette bu şiirler ada kokar, Akdeniz kokar, yalnızlık kokar. Kiminde istenmese de kan kokar, ayrılık kokar, acı kokar. Bazen ada alabildiğine deniz olur. Bazen deniz basar adayı. Kalbinin adasında şiirler vardır. Şiirle konuşur şair. Bu yüzden de bağırmaz. Bağırmayı bildiği yer’i de iyi bilir.  Sonuçta şiir, şairin belleğidir. Ve bellek insanın evidir. Bu yüzden o da Bellek Odaları’nda yazar son şiirlerini. Her bir odadan alıp, diğerine götürürken kendisini, bilir ki şiirin izleri hayatta kalır her koşulda. İnsan olarak da toplum olarak da belleğimizi canlı tutabildiğimiz, unutmaktan çok hatırlamaya meylettiğimiz kadar var oluruz.   

Zaten, şiirin aynı zamanda bir varoluş şekli olmadığını da kim söyleyebilir ki!

 

  “…Çünkü şiir yalnızca

Cesaret ve isyanın toprağında yetişir

Ve şair olmak

Yüreklice sevmekten başka nedir? 

 

 Şiir Seçkisi 2008 / Neşe Yaşın / Amargi Yayınları / Ocak 2008  

 

13 Mart 2008 BirGün’de yayımlandı…

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Back to top